BUYRUN..

HOŞ GELDİNİZ :) ARKANIZA YASLANIN VE TADINI ÇIKARIN..

29 Mart 2013 Cuma

BİR DEDE GÖRDÜM SANKİ..!


Çark Caddesini inleten tek bir cılız ses beni korkutmaya yetmişti. Hemen sesin geldiği yöne doğru baktım.

Bir kadın, yaşlı bir adam ve yaşlı adamın elini tuttuğu 4-5 yaşlarındaki kız çoçuğu sağdan sağdan yürüyordu. Adam ve kadın önemli olduğunu düşündüğüm bir konu hakkında konuşuyorlardı ( bunu el kol hareketlerinden ve mimiklerin okuyabiliyordum). Sanırım minik kız da onlara eşlik etmek istiyordu. Ya da onun da bu konu hakkında söyleyecekleri vardı. Ya da onun da dertleri vardı, biraz da onu dinleseler ne olurdu !.

"Dedeee... Dede.. Dede......!". Hiç abartmıyorum nefes almadan peşpeşe dede diyebiliyordu. Üstelik çark caddesindeki bütün esnaf, Ali, Veli, Ayşe, Fatma, Hayriye hatta Sağır Sultan bile onu duyuyordu da, elini tutan dedesi onu duymuyordu. ( Dedesi hala kızına bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Belli ki sıkıntısı büyüktü.) Ama bizim torunun pes etmeye niyeti yoktu..

Dedesine biraz belden bol geldiğini düşündüğüm (ilk görüşte anlaşılıyordu pantolununun büyük olduğu) pantolonun cep kısmına kadar olan boyuyla , dedesinin yetişe bildiği kadar göbeğine yetişip gömleğini çekiştiriyordu. "Dedeeeee, dede, dede...." , ama dedesi onu duymuyordu.

Kız sesinin her seferinde biraz daha arttırarak ısrarla devam ediyordu, " Dedeee, dede..." ve an sonunda dedesi onun yüzüne baktı.. Kız heyecanla; "Dede ben...." dedi, dedesi yüzünü çoktan çevirmişti bile.

Dedesi ve annesi onun ne diyeceğini hiç merak etmiyordu, ama ben merak ediyordum. Hemen sağ tarafa geçip onların önünde durdum; "Sen ne tatlı şeysin öyle. Ne oldu söyle bakayım?" dedim. Bana parmağını gösterdi ; "Bak , uff oldu.." dedi. Minik şişko parmaklarını öptüm , artık dede diye bağırmıyordu.

 Onlardan uzaklaştığımda içimde iyilik yapmış olmanın verdiği bir huzurla yolda yürüyordum ki " Dedeee, dedeee.." sesiyle huzurum kaçtı. Bu velet dayak istiyordu..

27 Mart 2013 Çarşamba

HAYDAR BEY KARDEŞİM...(Ayağında Kunduraaa)

Kül küpesi ( aynen yazıldığı gibi okunur, kül kedisi diye okuyup geçmeyin lütfen. Bu farklı bir hikaye. Kül kedisinin torununun başından geçiyor diye düşünün), o gün her zamanki gibi çok çalışmıştı. Üvey kız kardeşleri ve Üvey annesi ona bütün evin temizlenmesi gerektiğini söylemişti ve birlikte "Prens gillerin sünnet töreni" ne gitmişlerdi. O da prensin sünnet törenine gitmek istiyordu ama onu almamışlardı.Zavallı küllük ( üvey ailesi ona bu isimle hittab ederdi. Oysa koskoca paşa prens dedesi ona kül küpesi ismini layık görmüştü.) , bütün gün temizlik yaptı durdu..

Küllük bir ara dinlenmek için oturduğunda yanına en yakın 3 cüce arkadaşı geldi. " Naber kız Kül" dediler hep bir ağızdan. Küllük ; "İyiyim peynir, patates, salatalık." dedi.(Onları cep telefonuna bu şekilde kaydetmişti. Aslında onlar da onu domates olarak kaydetmişti. Ay Allah'ım ne kadar iğrenç espri anlayışları vardı.)

"Sen anan gillerle sünnet törenine gitmedin mi?" dedi Peynir. Küllük üzgün bir şekilde sadece Peynir'e baktı. Peynir de ; "Sen neden kendi başına gitmiyorsun?" dedi. Küllük; "Benim elbisem ve ayakkabılarım yok." deyince, Salatalık hemen lafa atladı; " Patates'te güzel elbise var. Ben de sana ayağımdaki kunduraları veririm gidersin." dedi. Küllük sevinçten havalara uçmuştu.

Hemen elbise ve kunduralarını giyen Küllük, düğünün olduğu araziye koşturdu, koşturdu. 15 dk sonra çoktaan gelmişti bile Küllük. Orada üvey anasına ve kız kardeşlerine görünmeden Prensin yanına gitmeye çalışıyordu. Sonra bir anda bir çığlık duydu, bu prensin sesiydi." Aman Allah ona işkence mi ediyorlar?" diye düşünmeden  edemedi. Bu işkence çığlıkların ardından " Yumurtanın sarısı, gitti ç.kün yarısı" diye kalabalık sesler duydu. Çok korkmuştu. Hekes gülüyordu, Prens çığlık atıyordu." Prensi duymuyorlar mıydı? Tabii ya nasıl duysunlar" dedi kendi kendine, çok kalabalıktı orası. O da kendisi prensi kurtarmaya karar vermişti.

Küllük kalabalığı yara yara ilerliyordu. Kalabalığın orta yerinde bir yatak gördü." Prens orada olmalı" diye düşündü. Koştu o yatağa doğru. "Aman Allah!" diye haykırdı. Prens kanlar içinde yatıyordu. O kadar çok korkmuştu ki hızla geri geri kaçarken kundurasının tekini düşürdü ayağından. Biraz daha koştu diğer kundura da çıktı ayağından.  Küllük yalın ayak eve kadar koştu koştu..

Aradan biraz zaman geçti Küllük, prensi elbise giymiş olarak dışarıda gördü. Prens çok komik görünüyordu. Özellikle o ayağındaki kundurayla. Ne..! Kundura mı? Evet evet .. Bu patates'in kunduralarıydı. Ne yani.. Prens kunduralı ı prens mi olmuştu?.. Hem büyük annesi ayakkabılarını düşürdüğünde dedesi onu arayıp bulmamış mıydı? O zaman bu prens neden kendi ayağına giymişti ki bu kunduraları?

Bizim Küllük , prensten soğumaya başlamıştı. Hiç bir şey olması gerektiği gibi olmuyordu. Salak prens resmen sokakta bulduğu kunduralarıı giymişti. Aman zaten bu çocuk prens filan da değildi. Soğancı Nuri dedenin torunu Haydar'dı. Bu prens oyunu da kızların kendi aralarında oynadığı bir oyundu.

Küllük hemen Patates'e koşup kunduralarını Haydar'ın çaldığını söyledi. Patates de sinirlenip önce Küllük'ü dövdü, ardından Haydar'ı.. Ayakkabılarını almıştı artık.

Evet sayın okurlarım, bir hikayenin daha sonunu mahvettim. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine..:)

23 Mart 2013 Cumartesi

PORŞ GÖREN MASUM KÖYLÜLER...!

Her şey sınav haftasının başlamasıyla başladı. Tek yaptığımız etüt odasına gidip ders çalışmaktı. Kübra'yla ben ders çalışmaya çalışırken, Cansu orada uyumayı tercih ediyordu.Her şey normaldi buraya kadar. İnilebilecek en derin konulara inmiştim ki Hilal adeta etüt kapısını kırarak içeri girdi.

Telaşı her halinden belli olan Hilal, bizi çok da takmadan bizim uyuyan güzelin başına gitti ve ' uyumakta olan bir insan nasıl uyandırılmamalı' konusunda bize güzel bir örnek gösterdi. "Kızım kalk çabuk Sedar geliyor." dedi.

Kübra'yla birbirimze baktık(şaşırmıştık), sonra hemen odadan bir hışımla çıkan Cansu'nun arkasından koşmaya başladık. Koşarken de "Kızıımm... Serdar gelmişşş.. Ohaa.. " diye saçma sapan konuşuyorduk. Serdar Cansu'nun eski sevgilisiydi. Ayrı gibi bir şeylerdi, ama ayrı da denilmez bir şeydi. Ne olduklarını bir Allah, bir de onlar biliyorlardı.(çünkü kimse anlamıyordu.)

"Kızım sakın onun geldiğini söylediğimi söyleme bak bana iyice tembihledi. Valla topuklarıma sıkar" dedi Hilal. Cansu'nun çok da umrunda değildi. O ne giymesi gerektiğini düşünüyordu.

Hepimiz çok heycanlanmıştık(bize neyse). Cansu'dan önce montlarımızı , ayakkabılarımızı giydik ve dışarı çıkmak için Cansu'nun hazırlanmasını bekledik. Tek bildiğimiz KYK'nın önünde bir daha asla zengin bir siyah porşlu prens göremeyecek olmamızdı. Görmüşken de adam akıllı görmek istiyorduk. Acaba yakışıklı mıydı? Aman kimin umrunda ben hiç porş görmemiştim ki...

"Cansu biz çıkıp kapının önündeki oturaklarda uzaktan size bakacağız." dedik ve yola çıktık. Güvenliğin önündeki oturaklara 3 pasif ,çirkin bir şey olarak oturduk. Dışarıda o dikkat çeken PORŞ'a bakıyorduk. " Aaa. güzelmiş" dedim yanımdakilere, bana sert sert baktılar. Sanırım " Aaaaa.. Kızaaaammmm .. Bu harikaaa yaaa" deyip salyalarımı akıtmam gerekiyordu.

Cansu ve Hilal karşıdan bize doğru gelmeye başladılar. Biz de pis pis sırıtmaya başladık. Bizi görünce ; "Aaaa.. Kızlar siz ne yapıyorsunuz burada" dediler. Bizde "Hiiiçç.." dedik ve birbirimizi yeni görüyormuş numarası yaptık. Hilal ve Cansu kapıdan çıktılar, Hilal Cansu'yu Porşa doğru götürürken Cansu "Nereye gidiyoruz?" numarası yapıyordu. Ah bu kızlaaarrr..

Cansu Serdar'ı gördüğünde, şaşırmış numarası yaptı, saırım Serdar da bunu yemiş numarası yapıyordu. Cansu Siyah Pora bindi ve yanımızdan uzaklaştı. Hilal yanımıza geldi , biz gülüyorduk. Güvenik bizi uyarıyordu; "Kızlar , parmak bastığınızda fotoğrafınızı görmeden içeri girmeyin" dedi. Ben de ; "Biz göreceğimizi gördük abi" dedim, güldük geçtik.

Odamıza gelene kadar aramızda konuşuyorduk. Sonra ben; "Kızım porsu var" deyiverdim. Kübra bana acıyarak baktıktan sonra Hilal'e döndü ve ; "Millet daha PORŞ diyemiyorken, bazıları porşlarda geziyor " dedi, haklıydı. Sonra bir ara Cansu'yu bırakırken bir kaç saniyeliğine porşun arka koltuğuna oturabilen Hilal'e baktık, totosu ne kadar da değerli oldu diye düşündük.

Şaka bir yana biz güldük. Hem de çok güldük..

22 Mart 2013 Cuma

KAFAMA S.ÇAR GİDERİM..

Siz böyle güldüğüme bakmayın. İçim kan ağlıyor kan. Ben bunları hak edecek ne yapmış olabilirim ki?. Ne yani, burayı kendim tercih ettiysem? Bilmiyordum. Bu kadar çok çalışmam gerektiğini bilmiyordum.

Öğreniyor insanoğlu arkadaş, öğreniyor.

Üniversiteymiş, pehh !. Kim bilebilirdi ki bu kadar çalışılması gereken bir yer olduğunu. Mesela ben bilmiyordum. Hepimiz oraya gitmek için harıl harıl çalıştığımıza göre eğlenceli bir yer olmalıydı. Her gün gezmeler, aileden uzak, tatil gibi bir şey olmalıydı. Karışanın yok, kendin istediğin yemekleri yapacaksın, erkek arkadaşınla istediğin yere istediğin saatte gidebileceksin..Baksanıza, cennet gibi değil mi?

Değil dostlar, değil. Buraya gelince öğreniyosun cennetin ailenin yanı olduğunu. Hani ' Anne yaa.. Yine mi ıspanak' ya da ' Ben bunu yemem, başka bir şey yap' gibi kibar istekleriniz burada malesef olmuyor hanımlar, beyler.

Fix menü her gün MAKARNA olacak. Şu an " Ben makarnayı çok severim, ohh mis gibi. Her gül olsa her gün yerim valla " diyenleri duyuyorum da, onlara şunu söylemek istiyorum;
"Bak güzelim, bu dünyada en çok annemi severdim, annemden sonra makarnayı. Makarnanın her çeşidini yedim aklına gelen gelmeyen. Hatta kendi uydurduğumuz makarna çeşitleri bile oldu yokluktan (makarna çorbası vs.). Ben hayatta 2 şeyden nefret ettim, biri Gülümcan, diğeri Makarna." (Gülümcan kulakları çınlasın lise arkadaşlarımdan biri. Ondan nefret ediyorum ama bir nedeni yok. Aslında var da uzun hikaye. Onu da bir ara anlatırım söz ).

Her gün öyle gezmeler de yok anacıımm. Varsa paran gezersin.Çoğu zaman paran olmayacak. Bu maddi durumun iyi olsun ya da olmasın böyle. Çünkü sen daha para tutmasını öğrenememiş olacaksın(4 sene boyunca öğrenmemek için direneceksin). Her ayın 7'sinde paranı aldığın gün büyük bir kısmını harcamış olacaksın. Kalan birazcık paranla tam 1 ay geçinmeye çalışacaksın. Eğer boş vaktin varsa bence part time bir işe gir çalış, harçlığın çıksın.Bir ara da gezersin işte ( Ne araysa artık o ara).

Üniversiteye geldiğin gün kendini büyümüş hissedeceksin, sonraki günlerde liseden tek farkının ailenden uzak olman olduğunu anlayacaksın. Arkadaşlarınla çok kez ders notu sorunu yaşayacaksın. Sen o kadar çok çalışıp, çaba sarf edip uykusuz kaldığın zamanlarda, bir kaç sevimsiz senden not isteyecek. İşte o kritik cevabı vermenle birlikte okul hayatın bir yön alacak. Eğer sen " Ya kusura bakma veremem" ya da " Benim yazım çok karışık, anlamazsın. Bence başkasından almalısın." dersen vay haline. Yanlış cevap, bombayı elinde patlattın dostum, "GAME OVER". Eğer " Tabi arkadaşım, al tepe tepe kullan." dersen de adamın tepesine şaaparlar, bir daha elini eteğini çekemezsin. Tüm bunları öğreneceksin zamanla, ama ben sana bir kaç tüyo vereyim; "Ah ya.. Ben hiçç çalışmadım ki hiç bir fikrim yok benim. Not da tutmuyorum zaten biliyosun. Not bulursanız bana da haber verin." deyip işin içinden sıyrılacaksın .


Aslında sen tüm bunları yaşarken büyüyeceksin.Hiç anlamadan senelerin geçecek. Sonra öğrendiklerinin birer faso fiso olduğuna tanık olacaksın. "Bu mudur?" diyeceksin. Budur...




KAÇ BABA HASAN?

Biliyor musun? Ben Hasan olabilirdim. Yo yo yo.. Konuya yanlış yerden başladım. En iyisi en başından anlatayım.

Dedemin büyükbabasının adı Hasan'mış. Dedem onu tanımadan, o hakkın rahmetine çoktaan kavuşmuşmuş. Dedemin dedesi doğduğunda onun da adını Hasan koymuşlar. Ne de olsa dedemin dedesinin babasının babası olan Hasan büyük adammış. (Tıpkı dedemin dedesinin dedesi olan Hasan gibi)

Dedemin babası doğmuş, adını Hasan koymuşlar. Biliyor musun dedemin  adı da Hasan?.

Düşünsenize, çocuğuma hangi ismi koysam derdi yok. Muhabbet şu ; "Hanım erkek mi doğdu?" der adam, hanım da "Hasan doğdu Bey, gel gel" diye cevap verir. Hani ' Adıyla büyüsün.' derler ya, bizimki zaten adıyla ana rahmine düşüyor arkadaş. O belli, o Hasan olacak başka yolu yok.

Benim Hasan oğlu, Hasan oğlu, Hasan oğlu...bilmem kaçıncı Hasan dedem , benim için en birinci en Hasan olan dedemdir. Onun üstüne başka bir Hasan tanımam aga.

Şimdi işte başta söylediğime geleyim. Biliyor musun? Ben de Hasan olabilirdim. Eğer erkek olsaydım , mümkünatı yok Hasan olacaktım. Adım belliydi yani. HASAN.. Hey yavrum be.. Ne heybetli geldi şimdi bu isim.Artık blog adım da kaybakam bey olurdu sanırım. Yok ya , Hasan dedelerim için 'Hasan bey' olurdu bence. Evet evet.. Ne de olsa ben de bir Hasan olacağım için, 'Hasan bey' olmasını uygun görebilirdim.

Bu arada adım Hasaniye filan değil benim, ama ona yakın bir şey :). Ben de babaannemle adaşım. Ama bizimki öyle dedem gibi köklü değil. Yani babaannem 1. Kaybakam, ben 2. Kaybakam'ım. İleride üçüncü bir Kaybakam'a daha bu dünya dayanır mı bilemiyorum. Böyle bir şey olmayacağını şimdiden müjdelemek istiyorum size. Bu dünyaya 2 kaybakam yeter.

Ah dedem.. Kimbilir kaçıncı Hasan'sın; ama baba Hasan'sın vesselam. Bütün Hasan Dede'lere selam olsun buradan..

20 Mart 2013 Çarşamba

HİLAL İÇİN

Yurdum insanı ya.. Eğer biz eğlenmiyorsak, ama birinin eglendiğini biliyorsak, duyuyorsak, görüyorsak.."tık tık tık"(kapı çalar)
-"Gellll"
-" Ya , biraz daha sessiz olur musunuz? Uyumaya çalışıyoruz da.."(aslında uyumayacağı üzerine her iddaya girebilirim)
-"Tamam. Daha dikkatli oluruz. İyi geceler."(Olmicaz işte olmicazz..)

Her kızın başına gelebilir böyle vakalar. Yani her kızın başına gelebilir dediğim durum; 'Bir kızın mutlu olamama sendromu'.Tüm okurlarıma sesleniyorum; eğer bir kız mutlu değilse, kimsenin mutlu olmaya hakkı yoktur. Bunu böyle kabul eder, anlamanızı beklerler.

Eğer o gün bir kız mutlu değilse, ama sen mutluysan bunu belli etmeyeceksin. Çünkü o senin mutluluğundan da mutsuz olabilir. Genelde kızlar arasında geçen bir muhabbettir şu; " Off... Kızaamm .. Bu ne ses yaa.. Ders  çalışmaya çalışıyoruz şunun şurasında.(facebooktayım demek istiyor.). Bu insanların sınavları yok mu yaa..(Ben çalışıyorum, onlar da çalışsın demek istiyor) .Gidip yolcam saçlarını başlarını o olcak.(Böyle söylim de yanımdakiler benden korksun demek istiyor). Ve gider bir hışımda rahatsız olduğu odanın kapısını eğer azcık cesareti varsa o gazla ( ki bu gazı kendi kendine verir çoğu zaman) TIKLAMADAN açar.
"Ya ben ders çalışıyorum da..". Bunu derken odanın tepkisini ölçer. Eğer herkes onu sessiz, şaşkın ,moron bakışlarla seyrediyorsa sesini biraz daha yükseltir.Ama içlerinden bir cazgırla gözgöze geldiği an bir tebessüm oluşur yüzünde. Rahatsızlığını belli ettiğine de pişman olabilir bazen, sesi yumuşar hatta odadakilerin hiç bir şey duymadığı da görülmüştür bu durumda. Kendi kendine konuşur, kimse bir şey anlamadan odadan çıkar gider.

Sonraki evre önemlidir. Kendi odasından o kadar sinirli çıktı ki, yüzündeki yabancı tebessümü silip, hemen sinir yüklemesi yapması gerekir. Sinirli bir şekilde kendi odasının kapısını çarpar ; " Var ya hepsini dövcektim de.. Hadi yine başım belaya girmesin dedim yurtla. Hele o bir tanesi vardı ki, o tam dayaklık. Ama Allah'a havale ediyorum ya. İnsan olan dediklerimi yapar." dedikten sonra kendini kanıtlamış olur. Artık o olay onun için kapanmıştır.

"Niye bize şikayete geldiler ki" dedim Hilal'e. O da "Uyuyolarmış" dedi. "Aman boşver onları. Bak ben bir şeyler yazcam, senden bahsedecem" dedim. "He öyle diyosun ama hiç yapmıyosun." dedi . O yüzden bu son paragrafı yazdım. Başlığını da HİLAL İÇİN koyacağım...:)

19 Mart 2013 Salı

ELLER KADİR, KIYMET BİLMİYOR ANNEMM....:)

Follow my blog with Bloglovin
Kadın elleri ne kadar da zariftir oysa. Yumuşaktır, pürüzsüz.. Tırnakları tertemizdir, bir o kadar da zarif.
Bu ellerin yaptığı yemekler lezzetlidir.
Bu ellerin tuttuğu eller değerlidir.
Ve bu ellerin sevdiği yüzler, en değerli hazinedir.

"Ne tutturdun 'eller de eller' diye dersen sana öyle bir espri yaparım ki donar kalırsın. Bilirsin iğrençlikte üstüme yoktur." dedim. Beni dinlemek zorundaydı.( en azından dinlerken sıkıldığını belli etmesin arkadaşım. ala ala..)

İki büklüm elde çamaşır yıkıyordum. Daha geçen sene çamaşır makinesini çalıştırmayı yeni öğrenmişti kaybakam , büyümüş de ELDE çamaşır yıkıyordu şimdi. Olacak iş değildi. Ama oluyordu işte.

Çamaşır makinesini çalıştırmayı öğreten kader, elde çamaşır yıkamasını da öğretmişti bana. Aslında ben kafama göre yıkıyordum, kaderin bana öğrettiği pek de söylenemez.

İç güdüm ve ben içimdeki ev hanımı ruhuma danışıp bir kaç malzeme aldık.
Toz deterjan(art matik),
yumuşatıcı( Yumoş) ve
bir kalıp sabun( Hacı şakir).
Eller var ya , hani şu yukarıda bahsettiğim yumuşacık eller.. Ah o eller.. Ellerim öldü de ağlayanı yok. Patladı, göz göz oldu o eller. Zarif ellerrr..

"Bak yine beni dinlemiyorsun" dedim. Gülüyordu.
"Anneeeee" dedim..
"Ah kıyamam sanaaa.. Dinliyorum annem dinliyorum.. Ama çok komiksin. Sen evde suyu bile ayağına isterken .. Allah'ın sopası yokmuş demek ki.." dedi ve kahkaha attı.
" Anne yaa.." dedim. Aslında kadın haklıydı. Hem niye anlatmıştım ki ben. Ne demesini bekliyordum. " Ah annem, hemen babana söyleyim de sana çamaşır makinesi yollasın." diyecek hali yoktu ya. Ben devlet yurduna kendi yorganımı bile sokamamışken..."Durun babam bana makine yollayacak. Bir de hizmetli üzerime tahsis ederseniz. Evet evet... VİP odalarınızda yemek yemek istiyorum. Hı hı.. Mümkünse kahvaltım yatağıma gelsin." diyemezdim ya.
"Yumoşu nasıl kullanıyorsun?" dedi annem.(hala gülüyordu)
"Çamaşırlarımı yıkadıktan sonra yumoşlu suda bekletiyorum. Güzel koksun diye." dedim annem yine bastı kahkahayı.
"Ya gülme..Ne var ki?" dedim.
"Ah bu günleri hiç unutma kaybakam. Bu arada ellerine de o paralarını yatırdığın el kremlerinden sür birşeycik olmaz. " dedi.

Telefonu kapattığımızda ' Ana yüreği işte, dayanmıyor' diye düşünüyordum. ( Benim annemi tenzi ederek tabi. Vallahi maşallah mangal gibi yürek varmış, kahkaha atıyordu). Biraz düşündüm. Gerçekten de komikti. Ellerime baktım, gülmeye başladım. Keşke o an annemle gülseydim diye düşündüm.

Annemin de dediği gibi o kremlerden sürdüm ellerime. Hani yukarıda bahsettğim eller varya, zarif, yumuşak olanlar. İşte yine olmuştu..:)



18 Mart 2013 Pazartesi

İSİMSİZ, RESİMSİZ, KİMSESİZ KAHRAMANLAR

Beni görebiliyor musun o fotoğrafta?. Hayır , hayır.. Ben yokum. Ben bir Seyit Onbaşı değilim, onun kadar kahraman olamadım, yiğitçe savaşamadım.

Enver Paşa'yı savaşırken seyrettim.. Ben korkuyordum, ama o korkmuyordu. Seyit Onbaşı'yı mermiyi kaldırırken gördüm, onun yaptığını yapamadım. Ya o Mustafa Kemal... Onu gördüm.. Ona en yakın bendim.

Bir bedenim, bir ruhum yoktu benim. Bir aklım, bir fikrim de yoktu. Ben zamanı söylerdim olmayan dilimle, O anlardı beni..

O gün her zamanki günlerden farklıydı, bunu hissediyordum. O gün kahraman olacağımı hissediyordum.
O gün Mithat Paşa'ydım..
O gün Enver Paşa'ydım..
O gün Seyit Onbaşı'ydım..
O gün bir sürü isimsiz kahramandım.

Bir sızı.. Evet benim de, onun da hissettiği oydu.. Bir sızı... Bir şarapnel parçası isabet etmişti göğsüne . Ben siper etmiştim kendimi.
Artık ben kahramandım, o gazi..

Bir saat değiştirmişti belki de dünyanın kaderini. Belki de özgürlüğümüzü bir saate borçluyduk..

Pek çok kahramanı anacağız bu gün, pek çok kişiye çoktaann hakettiği saygıyı bu gün hatırlayıp göstereceğiz.  İstiklal Marşı'nı bu gün daha gururlu söyleyeceğiz. Normal günlerde pek uğramadığımız Çanakkale Şehitliği'ni bu gün binlerce kişi ile birlikte ziyaret edeceğiz.

Ertesi gün ne olacak?..Hiçbir şey..Bir dahaki 18 Marta kadar hiç bir kahramanın adını anmayacağız. Savaşan Anzak, İngiliz askerlerinden bahsetmeyeceğiz. Yeni Zelanda deyince aklımıza yine ' Haka Dansı' gelecek, Çanakkale değil.

Şu yukarıda koyduğum fotoğrafı kimse poster yapıp duvarına asmayacak. Herkes gerçek kahramanlar yerine Örümcek Adam, Süpermen , Batman gibi kahramanlardan bahsedecek.

Hatırı sayılır bir kaç kişi onlar için belki helva kavuracak ruhları şad olsun diye. Kuran okunacak belki arkalarından.


Ve sen bu yazıyı okuyacaksın, bana hak vereceksin..Sonra ikimiz de üzüleceğiz (ertesi güne kadar).

16 Mart 2013 Cumartesi

İÇİ DIŞI BİR DÜNYALI ( Bir kaçırılma hikayesi)

Anneannem, ben , Dilek evin önünde oturuyorduk. Gök yüzündeki bir kaç parlak ışık dikkatimizi çekti. Onların dans eder gibi yaptıkları hareketleri seyrediyorduk. Ve bir tanesi bize doğru yaklaşmaya başladı.

Anneannem korkmuştu.. Dilek de öyle. Ama ben merak ediyordum. Neydi ki bu?. İnsanların kaçırılma hikayelerini bir çok videodan, belgeselden dinlemiştim. Hatta en son şu Rusya'ya düşen meteorun yönünü ufoların değiştirdiği iddalarını da okudum. İlginç... Eğer böyle bir şey varsa, o kahramanla tanışmalıydım.

Büyük parlak ışık herkesin gözü önünde bir kelebek zarafetiyle yere kondu. O kadar parlaktı ki , Güneş'in Dünya'dan büyük ve sıcak olduğunu bilmesek, yere konanın Güneş olduğuna neredeyse emindik.

Anneannem ve Dilek eve girmemiz gerektiğini düşünüyorlardı , hızlı adımlarla eve doğru ilerlemeye başladılar. Ben  uygun bir dille (bırakın beni ya gelmiceeemm.. ala alaa) onlara gelmek istemediğimi anlattım. Onlar da bu durumu olumlu karşıladılar ( aman ne halin varsa gör salak !).

Işığa doğru yaklaşmaya başladım.. Yaklaştıkça ışığın bir gemi olduğunu görebiliyordum. "İşte Rusya'nın kahramanı orada " diye söyleniyordum ki kapı açıldı. Gemiden yere doğru yürüyen merdivenleri andıran bir sistem yavaş yavaş indi. İçinden 4 kısa boylu, gri, büyük gözlü uzaylı indi.

Onları ürkütmek istemiyordum, ya da onlar beni ürkütmek istemiyordu.. Sadece birbirimize bakıp inceliyorduk. Korkmuyordum..Sanırım birinin bu sessizliği bozması gerekiyordu. " Hoş geldiniz. Valla düştünüz mü, indiniz mi bilemedim ben. Bir şeyiniz yok ya..?" dedim. Cevap vermediler, birbirine bakıyorlardı. Türkçe bilmediklerini düşündüm, ama uzaylıca da ben bilmiyordum. Sanırım üzerimde bu ezik durumun baskısıyla daha yüksek sesli konuşmaya başladım.." Nereden geldiniz? Andromeda'dan mı? Niye geldiniz? Çay ister misiniz? Çaayy, çayy... İçilirr..(elimle içiyormuş gibi yapıyordum)".dedim..
Ama sanırım onları en çok " Andromeda" kelimesi etkilemişti. Heyecanla birbirine baktılar ve bana ellerini uzattılar. Bu fırsatı kaçıramazdım.

Onlarla birlikte gemiye bindim. Geminin üzeri saydamdı ve her yerde renkli düğmeler vardı.

Gemide 4 koltuk vardı. O 4 uzaylı bu 4 koltuğa oturdular ve hepsi kulaklarına bir cihaz taktılar. Birden "Hoş geldin" diye bir sesle irkildim. Kendi etrafımda 360 derece döndüm ama kimse yoktu." Türkçe bilen bir uzaylı olmalı" diye düşünüyordum. "Hayır dilinizi bilmiyoruz. Şu an telepatik bir güçle konuşuyoruz seninle. Seni anlayabiliyoruz, sen de bizi anlayabiliyorsun. Çünkü gemi tercüme ediyor." dedi ses, ben irkildim. Ne düşündüğümü nereden biliyorlardı bunlar. Aslında verdikleri cevap çok açıktı, ama ben sadece " Hayır diliniz bilmiyoruz.." kısmını dinlemiştim. Diğer söylediklerini korkudan duymamıştım bile. Evet korkmaya başlamıştım.

Onları uzaktan inceliyordum. Dördünün de yüzü bana dönüktü, benimle konuşuyorlardı; ama ağızları oynamıyordu. "Andromeda'yı nereden biliyorsun?" dedi bir ses. Cevap vermeden önce acaba hangisi sordu diye düşünüyordum. Ona göre kim sorduysa onun yüzüne bakarak cevaplayacaktım. Bilmediğim için gözlerimi şaşı yaptım (dördünü de görebiliyordum bu şekilde) " Andromeda'dan gelen UFO diye bir kitap okumuştum da ben. Yoksa nereden bileceğim. Doğru söyleyin beni kaçıracak mısınız? Hem neden geminize aldınız ki? Üstümde deney filan mı yapacaksınız?" dedim. Bana gülüyorlardı. ( yüzlerinde bir gülümseme yoktu. sadece benim duyduğum ses kahkaha atıyordu. Ne kadar korkunç bir durum anlatamam. Sanırım tercüme eden gemi gülüyor bana diye düşündüm.)

 "Senin üzerinde bir deney yapmak istemiyoruz" dediler. "İnan , seni gemiye niye aldık hiç bir fikrimiz yok. Genelde zeki insanları gemiye alırız, inceleriz.". Zoruma gitmişti bu. " Ben çok zekiyim ki hem. Beni bir inceleseniz var ya.. Ohoo.. Benim içimden ne cevherler çıkar. Heheyytt bee.." dedim. Birbirlerine bakıyorlardı. Onları etkilediğimi düşünmeye başlamıştım. Bir tanesi ayağa kalktı, bana doğru yaklaştı. Etrafımda bir tur attı, beni inceliyordu. Bir süre sonra yerine oturdu. Yanındakilere baktı, sonra hep birlikte bana baktılar. "Senin için, dışın bir kızım.." diye tercüme etti gemi, kahkaha atmaya başladılar.

Nefes alamıyordum..Bu sefer kahkaha atarken yüzlerinde bir tebessüm vardı, anlaşılan yaptıkları espriyi beğenmişlerdi. "Siz daha Türkleri tanımadınızzz. Ben de Andromeda'yı işgal etmessem bana da Kaybakam demesinler " dedim. Kahkaha sesler yükselmeye başladı. Anlaşılan benim yaptığım espriyi daha çok beğendiler.
Ter içinde uyandım. Hemen ışığı açtım, nerede olduğumu görmek istiyordum.
Odamdaydım, "Çok şükür" dedim. Bir daha asla uzay gemisine binmeyeceğime yemin ettim..

15 Mart 2013 Cuma

GARİP HAYATIN GARİP OYUNCULARI

Hayat ne garipti..
Oysa ikisi de çok sevmişti..

Sevginin anlamını birbirinde öğrenen iki ergendiler önce. Bazen sevgili olmakla evli olmak arasındaki farkı ayırt edemiyor olsalar da ayırt etmek için de ayrı bir çaba sarf etmiyorlardı.

En yakın erkek arkadaşından bile yakın oluyordu kız ona. O da kızın sırlarını, dertlerini, dedikodularını sıkılmadan dinleyebiliyordu.Artık Hayat onlar için tekti ; hayatın "biz" evresini yaşıyorlardı.

Geçen zaman onların pembe gözlüklerini çıkardı gözlerinden. Hayatın "biz" evresinden sıkılmaya başladılar. Sebep önemli değildi şu an için, sonuç önemliydi. Sonuç ayrılıktı, belliydi...

Ağlamalar, sızlamalar, sarhoş olmalar... Bunların hepsi bu sonucun yan etkisiydi. Ve her hasta buna katlanmak zorundaydı.

Katlanamayanlar "biz"  olurken, katlananlar "yok" oldu gitti...

Hayat ne garipti..
Oysa herkes sevmişti..

14 Mart 2013 Perşembe

BEYNİMİ ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞAN DÜNYALI

Ailem de benim gibi ilginç .. Ne de olsa armut dibine düşermiş. Bende ailemin dibine düşmüşüm işte.

Her şey normaldi. Telefonda uzun uzun konuştuktan sonra, dayımın küçük oğlu 'Veletvan' telefonla konuşmak için ağlamaya başladı. Ben de dayıma "Ne istiyormuş o, verin bakayım telefona" dedim. Ve o tarihi konuşma gerçekleşti..

KAYBAKAM: " Ne oldu bebeğim? Neden ağlatıyolar seni bakıym?"

VELETCAN: "Şeeyy.. (Ağlıyor). Hani bir keresinde sen demiştin ya bana. Sana alacağım demiştin. Hani bi tane bakmıştık bişey bi kere. Hani vardı ya bitane. Onu ne zaman alacaksın? Ben aslında onun için ağlıyorum..."
Hatırlamıyordum. Anlamıyordum ki .. Biz neye baktık ? Ve minik veletçiimle anlayacağı dilden konuşmaya başladım:

KAYBAKAM: "Hayatım ben hatırlamıyorum neye baktığımızı. Sen anlat bakıym biz neye baktık? Ne için söz vermiştim ben sana? Polis arabası filan mı?"

VELETCAN: " Iıı.. O değil. Hani söz verdiğin şey vardı ya. Işıkları da varmıştı bi keresinde. Oynuyomuştuk parkta. Sen de bana Tamam demiştin. Hani ben de bi keresinde...blablabla.."
Allah'ım kafayı yiyeceğim.

KAYBAKAM: "Neye benziyodu?"

VELETCAN: "Bir şey çıkıyodu arkasından hani..Kocaman bi tane. Sen demiştin hani. Söz verdiydin.. Hani bi tanee. hani..."

Off ki ne off...!. Küçücük şey 2 dakka da  beni deli etti. Len ne beğendik biz. Alcam valla yeter ki söyle artık yaa.. İşkenceee...:(.. Dayanamadım:

KAYBAKAM: "Yavrum, ver bakalım sen babanı bana.."

VELETCAN: "Anladın dimi?

KAYBAKAM: "Ben anlayacağımı anladım.. Sen ver bakim bana babanı.Ya da anneni.. Ya da babaanneni.. Ya ver birini de kimi verirsen ver yaa "

VELETCAN: "Oleyyy... Alacakmış.. Baaaakkk.. Tamam veriyom."

KAYBAKAM: "Dayı, siz buna ne yediriyonuz Allah aşkına.. Bu çocuk neden böyle oldu?. Hayır yani ailede tam akıllı kimse yok da.. Bu çok ileri derecede yaa. Bir çaresi yok mu?. Cem Yılmaz'ın da dediği gibi 'Aldırmak için çok mu geç kaldık?' " dedim dayım gülüyordu. Ben de gülmeye başladım (Sinirden).

Telefonu kapattığımda düşünmeye başladım biz bu çocukla neye baktık diye. Aklıma hiç bir şey gelmiyordu. Sonra ben de onun taktiği uygulamaya karar verdim. Ona bir polis arabası getirecektim, " Al işte söz verdiğim gibi" diyecektim. Eğer "Bu değil" derse de ; "Aaa.. Hani bakmıştık  blabla.." diyeceğim, sanırım o söylediklerim arasından anlamlı birkaç cümle çıkarır.
Beynimi ele geçiremezsin çocukkk!.. Hihihih..:)

13 Mart 2013 Çarşamba

AH KALBİM.. VAH CİCİ KIZLAR..

Ah kalbim...
Vahh cici kızlar !:..

"Bu kızlar cici kız olunca kafalar da pek cici oluyor yahu..hahaha.. Haydar abi..". Haydar abi sadece dinliyordu. Hiç bir yorum yapmıyordu; ama tiksindiği çok belliydi. Bir ara sinirlendi ; "Yeter Reşit. Hepimizin karısı, kızı, bacısı var !.. Uzatma !" dedi. Önde giden üniversiteli kızların bu konuşmadan haberi bile yoktu.

"Hüseyin bak bak bak hele.. Off ne biçim bir şeysin sen yaa... " Hüseyin baktı ve başıyla onayladı. Kızlar çok güzeldi. Üçü de kol kola girmiş, hararetli bir şekilde , el kol hareketleriyle birbirine bir şeylerden bahsediyordu. Ortadaki sinirliydi. "Oğlum bulaşma bunlara, talebe bunlar. Yazıktır vebal alırsın üzerine." dedi Hüseyin, diğeri ; "Ne gerekirse alırım Hüseyin bu kızlar için." dedi, kızların bu konuşmadan haberi bile yoktu.

Ani bir fren yaptı ileride araba, ama şoför her zaman ki gibi küfretmiyordu. Yola öylece atlayan 3 kız kahkaha atıyordu, "Pardon!" işareti yapıyorlardı, şoför; "Maşallah!" diye cevap veriyordu.

Hacı amca karşıdan gelen 3 kızı gördü, başını yere eğdi. Kızlar onun yanından geçtikten sonra arkasına dönüp " Tövbeee" dedi. Kızlar sol köşeye dönene kadar arkalarından uzun uzun baktı. Kızların bu durumdan haberi bile yoktu..

Dolmuş kızlara korna öttürüyordu, ergenler onlar geçerken kıkırdıyordu, küçük çocuk onlara bakıp ağlıyordu, diğer kızlar onlara düşmanca bakıyordu, para verdikleri dilenci onlara dua ediyordu, bakkal amca onlara bedava şeker veriyordu.... Her şey bu 3 kızın çevresinde oluyordu ama bu kızlar hiç bir şeyin farkında değildi..Peki neden hiç bir şeyin farkında değiller?

" Kızaamm.. Geçen gün varyaaa.. uff.. şok şok şok.. Ali benden hoşlandığını söyledii..".dedi Ayşe.
Fatma şaşkın bir ifadeyle; "İnanmıyoroooommmmmm....dedi."
Hayriye sadece dinliyordu, yorum yapmıyordu..Fatma ve Ayşe bu konu üzerinde konuştuktan sonra,
Fatma " Selim bence benden hoşlanıyoo.." dedi.
Hayriye ; "Nereden anladın?" diye sordu,
Fatma "Geçen gün sınıfta kimse yoktu, sınıfa girdim. Oda en arka sırada oturuyordu. Ben girince şarkı söylemeye başladı."
Ayşe" eeeee?" dedi
Fatma; "Ne ee si kızım? İngilizce bir şarkıydı. Hemen eve gidince internetten baktım sözlerine, 'Seni seviyorum' filan diyo" dedi,
Hayriye; "İnanmıyorooooooooooommm" dedi.

Bütün bu konuşmalar sürerken aslında bir çok olay yaşamış olan Ayşe, Fatma, Hayriye hiç bir şeyin farkında değillerdi.Belki de mutlu olmanın sırrı buydu.. Hiç bir şey duymamak, hiç bir şey görmemek...
Madem mutluluğun sırrı bu, " İnanmıyorooooooooooooooooooooooooooooommm" diyerek mutlu olmaya başlamak istiyorum..

12 Mart 2013 Salı

BLOĞUM SESLENDİ !..DİKKAT !.


Kaybakam hanımın okurları.. Öncelikle size bir kaç konudan bahsetmek istiyorum. Yazdığım blog yazılırmı okuyaan vaarr, okuyamayan var anacıım. Bu nedenle de bir kampanyaya katılma kararı almış bulunmaktayım. Kapanya gereği bloggerler kendi yazdıkları blogları görme engelli insanlar için ya da o gün okuyası olmayan ama dinleyesi olan insanlar için seslendiriyorlar. Umarım istenildiği başarıya ulaşır.
http://bloglarmahallesi.com 'a bu düşünceli fikirleri için teşekkür ediyorum.

UYARII !


Sizi kendi sesime maruz bırakacağım için şimdiden özür diliyorum..:(. Ben sadece görme engeli olan insanlara bir parça ışık olmak niyetindeyim.Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim..
-Kaybakam Hanım-

NOT:


Bu ilk seslendirdiğim blog yazısı. Seslendireceğim yazıları okunma sayılarına göre belirleyeceğim. Umarım beğenirsiniz..


ÇOCUKLUĞUMA GİDERKEN , YANLIŞ DURAKTA İNMİŞİM..

Neden hep korkardık ki?.Bunun için çocukluğuma indim ve bir takım cevaplar buldum.
Doktorum; pahalı, güzel ve bir o kadar da uzun zincirli altın saatini gözümün önünde bir sağa bir sola sallıyordu.. "Uyuyorsuunn, göz kapakların ağırlaşıyorr.. Uyuyorsun, uyuyorsun..." Uyuyordum .. Ya da uyanıktım.. Ya da öyle bir şey işte..

Annemi görüyordum karşımda, küçük bir kız çocuğunun saçlarıyla oynuyordu. Hemen o sümüklü böceği tanıdım, o bendim. ( Yani fotoğraflardan daha önce tanışmıştık birbirimizle.) Minik kaybakam kapıyı işaret ediyordu şişko parmaklarıyla, annem de işaret ettiği yöne bakıyordu. " Ne var annem orda, bişey yok. ". Koca göbekli şey kapıya doğru ilerledi, kapıyı minik parmaklarıyla açtı.. Annem hemen salona çıkıp ışığı kapattı, sonra yine minik bebeğin arkasındaki kanepeye oturdu; "Gitme bak karaklık.. Koş koş koş yanıma, öcüler kapar senii. Ayyy. Kaç kaç..".
Minin bebek " agu mi laly lilolsksdksk..." anlamını bilmediğim bebekçe konuşuyordu elleriyle de "Hani yok? " işareti yapıyordu. Annem aldı onu kucağına öptü öptü öptü, totosuna vurdu, sarıldı, öptü öptü, bi de şişko kolundan hafif bir ısırık aldı..( Tevekkeli o yüzden ben böyle acayip bir şey olmuşum .)

Sonra birden zaman, mekan, insanlar değişti. Başka bir yerlerdeyim, başka bir çocuk babamla oturuyor. O da benim hemen tanıdım. Babam 4-5 yaşlarındaki çocuğa resim çizdirmeye çalışıyor. " Yüzüme değil kızım, kağıda bak." diyor, salak kız hala onun yüzüne bakıyor. "La havle . Kızım hadi bakalım kafasını çiz bebeğin..". Kız da çiziyor birşeyler ama kafa mafa değil , eminim. Babam odadan çıkıyor, kız kağıdı karalıyor, karalıyor ta ki kalemin ucu kırılana kadar. Babam odaya geliyor, " Salak bu kız ya.. Ne yaptın sen. Aman ben senle uğraşamam, git anan uğraşsın seninle..Belgiiiiiinn. ". ( Adam haklı. Ben olsam çoktan dövmüştüm kızı diye düşünüyorum.). Annem geliyor, " Ne oldu?. Niye karaladın kızım?"... Kaybakam ; " Bak bebek çizdim çiçek topluyo..".. Annem ; " Ne bebeği öcü çizmişsin sen.. Bir daha öyle defter karalamak yok. Yoksa o öcü oradan çıkar seni yeerrrr.. " Kız başıyla onaylıyor.

Şu anda sınıftayım. Kendimi hemen buluyorum; en arka sıradaki sümüklü çocuğun yanında. Hani şu yan tarafında silgi yiyen çocuk var ya.. Bir de ön tarafta da doğuştan parmağı olmayan çocuk var. Bir de en yakın arkadaşı da geçen gün ağlarken altına işemişti, o kız benimle konuşuyor ben de dinliyorum. Öğretmen geliyor, herkes ayakta. Oturunca hoca hemen beni gözüne kestirmiş, sert sert bana bakıyor görüyorum. Ama ben görüyorum salak kaybakam görmüyor. O hala melek öğretmenini çoookkk seviyorr.. Sınıfta herkes birbiriyle konuşuyor (ben hariç). Ben başımı öne eğmiş susuyorum. Arada saçımı çeken sümüklü çocuğa sert sert bakıyorum o kadar. Duygu karşıdan bana el sallıyor, ben de ona gülümsüyorum. ( Hoca hiç bizi yan yana oturtmazdı. Beni arkaya atar, onu da en öne alırdı. İlk okulda hiiç öne oturmadım.)
Duygu silgi istiyor benden ben de vermek için ayağa kalkıyorum. Hoca bunu görüyor. Ben hocanın yüzündeki zafer işaretini görüyorum ama salak kaybakam görmüyor. Öyle bir tokat geliyor ki, herkes susuyor. Hoca da ders anlatmaya başlıyor. Bu gün de günlük dayağımı yedim vesselam.

Babaannemin yanında uyurken görüyorum kendimi, saçlarım kısacık, erkek gibi. Anlaşılan yine bitlenmişim. Uyanıyorum, babaannem uyuyor. Yastığın altından makası çıkarıyorum, babaannem hala uyuyor. Başlıyorum babaannemin saçlarını kesmeye..( Hemde dibden kesiyorum haa..Allah beni napmasın..:(..) Kestiğim saçları yastığın altına koyuyorum...( Mal yaa.. Bari delilleri yok et..).
Sabah hepimiz çığlık sesiyle uyanıyoruz, babaannem ağlıyor. " Saçlarımm...saçlarım dökülmüş.. kanser olmuşum..". Herkes telaşlı, minik kaybakam uzaktan sadece seyrediyor. Ve annem " Dökülmemiş, kesilmişş..!".. Bana bakıyorlar.. "Allah'ım ne olur yastığı kaldırmasınlar "diye dua ediyorum. Annem yastığı kaldırıyor. Bir güzeeelll dayak yiyorum.. " Bak kaybakam, bir daha eline makası aldığını, babaannenin saçını kestiğini göreyim seni evdeki hayaletlere veririm.. Bir daha da asla geri gelemessin..".. Kaybakam başıyla onaylıyor..

Tv izliyoruz kardeşlerimle. Oğulcan yerde uzanmış, Yiğit kanepede..Canım sıkılıyor.. " Oğulcan vurma oğulcan.. ahh aahhh...Kolum kolum.. Anne yaa..." diye bağırmaya başlıyorum.. Oğulcan şokta; "Ben vurmadım ki?"... Annem mutfaktan sesleniyor; "Yapma Oğulcan ablanaaa...".. ( Bende sinsi bir gülüş.. hihihih)
Tekrar; "Oğulcan parmağım .. ahh.. tamam yaa yeter artık .. duur yapma...Anneeee....!"..Annem ; "Yapma oğlum ablana . Bak bir daha duyarsam fena olur.."..( Gülüyorum. Oğulcan sinirli..).. Yine bağırmaya  başlıyorum, bu sefer oğulcan sinirlenip üzerime atlıyor.. Annem bağırış sesimi duyuyor, odaya geliyor, Oğulcan'ı bana vururken görüyor.. Onu bir güzel dövüyor. Oğulcan ağlıyor, kaybakam gülüyor..

Uyanıyorum, doktorun yüzünü görüyorum..
"Çocukluğuna indin mi? Ne gördün ?" diyor,  "Hiiiççç" diyorum.. Kahkaha atarak ofisten çıkıyorum, doktor şaşkın şaşkın arkamdan bakıyor..

10 Mart 2013 Pazar

ÜNLÜ HARFLER, ÜNSÜZ HARFLER BİR DE EZGİ..

"Ben her gece sarhoşum, derdimden böyle... dedi İbrahim Baba, biz de dinledik..İbrahim Baba demişken; neden İbrahim Tatlıses'e baba demiyorlar?Çünkü o İmparotor. hahah.. bla blablabla...dnbsdbsab" konuşuyordu Ezgi. "Hadi yaa.." demedim ama der gibi bir bakış attım.

Amma çok seviyordu İbrahim Tatlıses'i. Keşke onun üzerinden bu kadar kötü espriler yapmasa diye düşünmekten kendimi alamadım. Kader işte, bu da İbrahim Tatlıses'in nazar boncuğu olsun , ne deyim.

O değil de Müslüm Gürses'i de kaybettik. Bu olay beni üzmedi değil, ama "Allah Rahmet Eylesin" deyip geçebiliyordum. Ama anlaşılan Ezgi için bu konu kapanmış değildi. Israrla "Mezarını ziyaret etmeliyiz.. O bizim babamızdı. Müslüm Babaaa." diye sloganlar atıyordu. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu kadar güzel bir kız "Müslüm Babaaa..." diye bağırınca, Müslüm Baba hayranı olmayanın bile hayran olası geliyordu anlaşılan.

Ezgi'yi kenara çektim ve onun anlayacağı dilden konuşmaya çalıştım ; " Bak Ezgi kendini rezil ediyorsun. Hiç bir kıza böyle bağırmak yakışıyor mu?. Hem herkes Müslüm Gürses'i sevmek zorunda değil." dedim.
"Ne diyorsun sen, o bizim sanatçımız taaam maa? " dedi, ben de anlayabileceği diğer bir dilden konuşma kararı aldım. "İnsanlar 2'ye ayrılır yavru.. Bir Müslümler, bi de gayri-müslümler" dedim ve kendimden iğrendim. Ama anlaşılan o ki, bu espri Ezgi'nin hoşuna gitmişti ve ne demek istediğimi anlamıştı.
"Hay allah yaa, kaybakamcııımmm... Sen beni güldürdünn..hahaha slşdjsdsjfj....blabla." Neyse ki konuyu değiştirmiştim, artık bağırmıyordu.

Ezgi'nin yanından ayrıldıktan sonra uzun bir süre kendime gelemedim. Bu kız şaka gibiydi ve bu şaka hep bana yapılıyordu. Artık dualarımda ilk sıraya bir kaç ünlü ismi yerleştirmeye karar verdim; "Allah'ım.. Şu Ezgi kulana akıl, fikir ihsan eyle. Ve lütfen, lütfennn... İbrahim Tatlıses'e, Orhan Gencebay'a Uzun ömürler nasib eyle. Ezgi kulun onların ölümlerini kaldıramaz. Gerekirse Ezgi'nin ömründen al, onlara ver. Gerçekten hiiçç şikayet etmez, biliyorum. Aksi taktirde Kaybakam kulun da bunu kaldıramayacak. Aminn....".

BENİM ADIM KIRMIZI..

Kırmızı bir başka sevilir kabul edelim..Enerji verir bunu hissedersin. Ve milliyetçi ruhun getirdiği bir özellik mi bilmem ama en çok da beyazla yakıştırırsın  .Her beyaza biraz kırmızı eklersin.

Sıcaktır kırmızı. Seni de, beni de, onu da ısıtır. Sarılırsan kırmızıya o da sana sarılır. Mutlu mu olursun?. Evet, mutlu olursun..

Bonibonlar var ya hani, şu renkli yuvarlak şeker şeyler. Onların önce kırmızısını yersin. Daha tatlıdır kırmızısı, daha güzel..

Ne var biliyor musun?
Kırmızı seni sevmese de, sen kırmızıyı seversin.
Ve sen karşındakine en çok kırmızıyı yakıştırırsın...

ALDATAN KADIN- ALDATILAN ERKEK OLUNCA..

Kadın şöminenin karşısındaki kırmızı koltuğu seçmişti kendine oturmak için. En huzurlu, en rahat köşesine oturdu koltuğun. Onun mutfaktan gelmesini beklemeye başladı.

Heyecanlıydı , bu ilkti onun için. Ama heyecanını da belli etmek istemiyordu. "Üzgünüm, beklettim." sesiyle irkildi. Hemen toparlandı; "Önemli değil" dedi.

Elinde 2 şarap kadehiyle gelmişti yanına, o çok bahsettiği şarap koleksiyonundan bir parçayla  birlikte koltuğun diğer köşesine oturdu. "Hasta mısın? İyi görünmüyorsun." dedi. " Hayır ..evet... hayır.. Aslında ..." dedi kadın ve sustu. Gülümsedi yakışıklı onun yüzüne ve " Tamam " dedi. Anladım manasında dediğini biliyordu kadın, ama bu içini rahatlatmıyordu.

Aslında birbirini tanımıyorlardı, ama neden bu eve gelmeyi kabul etmişti ki? Ya da o neden kadını bu eve davet etmişti? İkisi de bu soruların cevabını bilmiyordu.
Kadın " Aslında gitsem iyi olacak, kendimi iyi hissetmiyorum." dedi. Yakışıklı "Hemen mi? Birer kadeh bir şeyler içseydik." diyebildi, ısrar etmedi. Kadın mantosunu giydi, çantasını aldı ve " Bu gün.." dedi, "Bu gün hiç olmamış gibi olabilir mi?" dedi ama için için "Kocamın haberi olmasın. Yaptım bir cahillik. Ben ettim sen etme" diye bağırdı o büyük evde. Yakışıklı sessiz, mahcup "Tamam. Problem yok." dedi.

Kadın evine geldi, her zaman ki gibi montunu askının sağ baş köşesine astı. Çantasını ve ayakkabılarını dolaba kaldırdıktan sonra çocuk odasına doğru ilerledi. Minik Melek hala uyuyordu. Uyuyan Meleği uzun uzun seyretti. Minik ellerini öptü, bukleleriyle oynadı.

Kapının kapanış sesini duydu kadın; "Hayatım?" diye seslendi. Ses gelmeyince odadan çıktı, ara hole doğru yürüdü. Adam ve kadın holde karşılaştılar. Kadın adama sımsıkı sarıldı; "Hoş geldin hayatım. Seni çok seviyorum." dedi. Adam şaşkın, sessiz.

Birlikte yemek masasına oturdular. Kadın onun tabağını özenle hazırlayıp önüne koydu. Kendine de az biraz makarna, salata alıp ona yakın olan sandalyeye oturdu. "Bu gün işin nasıldı?" dedi kadın, "İyi" dedi adam. Belli ki bir şeye canı sıkkın. Ama korkuyordu kadın ne oldu demeye. Vereceği cevabı duymak istemeyebilirdi. Sonra kendi işiyle ilgili konuşmaya başladı; "Ben de bu gün evrakları tamamlayabildim. Biliyorsun, uzun zamandır bununla uğraşıyorum." .. "Neden?" dedi adam..Kadın afalladı; "Tabi ki senin için, benim için, kızımız için.".. (Sessizlik).Dayanamadı kadın, artık ne olacaksa olsun diye düşünmeye başladı. Bir şeyler biliyordu kocası belliydi hareketlerinden. Hayır o bir hata yapmadan  çoktan pişman olmuştu zaten. Neden gittim ki oraya diye daha çok kızdı kendine. Ağlıyordu, hem de hüngür hüngür ağlıyordu..
Adam şaşkın; "İyi misin? " dedi, kadın titriyordu. Cevap vermedi ama iyi olmadığı belliydi. "Neden ağlıyorsun? Her şey düzelebilir.Bana neden söylemedin? Bunu yapmış olman sana olan sevgimi azaltmadı. Sadece şaşırdım ben." . "Aman Allah ne diyor bu adam. Kimden öğrendi bu olayı. Vallahi bir şey olmadı ..."... diyecekken ;" Annem " dedi adam. Kadın "Annen mi?" (Yüksek sesle söylemişti.). "Hamile olduğunu annemden öğrendim."..( Sessizlik).
"Hamile miymişim?". ."
"Değil misin?"

Hafızasını yokladı kadın. "Test" dedi." O gün annenlere yemeğe gittiğimizde test yapmıştım" dedi. Ama onu lavoboda unutmuştu. Kocasına baktı, "Hamile miymişim?" dedi..
Adam gülümsüyordu. "Madem bilmiyordun da neden ağladın?" dedi.
Kadın; "Seni seviyorum." dedi. Gülüyordu...

8 Mart 2013 Cuma

KUŞÜZÜMLÜ KEK.

Ne var biliyor musun? Bakışları..
Dünyayı görebilmem için onun gözlerine bakmam yeterli. Kirpikleri.. Gördüğüm en güzel gözler onun gözleri..

Aşkın tarifi nedir derseniz; 2 yumurta sarısı, bir su bardağı süt, bol miktarda şeker, alabildiğince un derim..:) Ama bu sadece aşkın tarifi; başı boş aşk. O aşka şekil verecek olan sensin.

Önce bir kalıba sahip olman gerekiyor ki aşk o kalıbın içine girebilsin. Hamur çok önemli ; eğer cıvık olursa ömür billah aşkı tutturamazsın. Çok sert de olmamalı ; kabarmaz sonra istediğin şekli veremezsin. Tam kulak memesi kıvamında olmalı aşk; ne çok sert, ne de çok cıvık..

Aşk kalıbından taşabilir bazen, paylaşmanız gerekebilir. Önemli olan aşkın ziyan olmaması. Unutmayın, onu bulamayanlar da var ;). Taşan kısımları özenle kalıptan sıyırıp dondurucuya atabilirsiniz. Sonra belki tekrar lazım olabilir.

Uygun sıcaklıkta pişilmeli aşk. Fazla sıcak aşkı yakabilir, ya da az sıcaklıkta aşkın pişmesi zaman alabilir. Burada sizin ne istediğiniz önemli, yani sizin damak zevkinize kalmış. Bana soracak olursanız; biraz dib tutmasını tavsiye ederim ;)

İşte en önemli kısma geldik. Kalıptan aşkı dağıtmadan nasıl çıkarabiliriz?. Çok basit. Kalıbı ters çevirip soğumasını bekleyin. Unutmayın; o şu anda çok sıcak eliniz yanabilir. Biraz beklemekte fayda var:)..

Ve aşkınız servise hazır. Güzel bir sımokin /gelinlik ve yakasında / elinde karanfil eşliğinde servise sunabilirsiniz. :). Afiyet olsun..

7 Mart 2013 Perşembe

KENDİ AYAK UCUNDA UYUYAN KIZ..

Evet evet evet.. Ben de şoklardayım. Bunu yeni fark ediyorum. Ben yatağa tersinden yatıyormuşum.

Her şey oda arkadaşımın ; "Yatağını mı çevirdin?" demesiyle başladı. "Yoo" dedim. "Ama enin yatağın ters." dedi, "Ters kullanıyorsun yatağını."
Zeki şey.. Hemen de fark etmiş. Oysa ben 1 buçuk aydır bu odada, bu yatakta yapayalnız yaşarken, bunu fark etmemiştim. O geldiği ilk gün bunu fark etti. "Hadi ya.." dedim (kendimden ödün vermek istemiyordum ), "Olsun, benim için fark etmez," diyebildim. O da yatış pozisyonuma hitaben ( yastık duvara dayanmış, başım yastıkta, bedenim yataktan çıkmamak için çırpınmaka, bacaklarım yere değmemek için yatar pozisyonda bağdaş kurmuş, bilgisayar göbeğimde), "Diğer türlü daha rahat edersin." dedi. " Yastığı yatağın baş kısmına koyar, öyle dayanırsın. Ayaklarını da uzatabilirsin hem.". "Hımm..." dedim. Zeki şey yine konuştu.

Ama ısrar ettim (nedenini bilmiyorum, o haklıydı), "Yok böyle iyiyim" dedim, "Peki." dedi. "Ne var ki dediğini yapsan" dedi içimdeki ses, hemen onu susturdum. Ona neyiş yatak benim yatağım; ister ters yatarım, ister düz..

Kız odadan çıktı, hemen yatağı düzelttim. Yastığı yatağın baş kısmına dayadım öyle başımı koydum. Ayaklarımı da uzattım. "Oh be.. İşte bu.." Bir keyifle yazı yazarken odaya geldi "Sana demiştim" dedi. Konuştu yine zeki şey..

6 Mart 2013 Çarşamba

BEDENİM SINIFTA, RUHUM CEBİMDE..

Banane arçtan-borçtan. Devletin bile borcu var, benim borcum olmuş çok mu? Neden rahatsız olayım ki? Benim borcum nedir devletin borcu yanında.. Ama yok arkadaş ; ille de bileceksin diyor hocalar hem devletin borcunu, hem kendi borcunu !

Şu an okulda Devlet borçları dersindeyim. İnanın hiç umrumda bile değil, 'europara', 'eurotahvil', 'eurodolar' vs..Hocam nefesinin yettiği kadar çırpınıyor karşımızda ; şöyle para, böyle para diye..Faizlerden bahsediyor ısrarla. " Aman hocam bunaltma beni !" deyip dersten çıkasım var ama duruyorum. Belki sınavda çıkar...

Biz; "Daha var mı hocam?" dedikçe, "Az kaldı" diyor. Yarım saattir az kalmış siz düşünün. Kimse dinlemiyor. Yandan Ümran, Pelin, Sinem konuşuyor kulak misafiri oluyorum ;

SİNEM : Siz pizza yersiniz.
(Hemen lafa atlıyorum)
KAYBAKAM : Ben yemek yemek istiyorum, sıcak bir şeyler. Çok açım !
SİNEM : Sen Reyhan'la yersin.
REYHAN : ........(Anlaşılan Reyhan adına da karar vermiş.)
KAYBAKAM : Tamam. Benim için fark etmez.
AYŞEGÜL : Go home yankee !
KAYBAKAM : .......( Ne alaka şimdi diye düşünürken tahtaya bakıyorum hoca 'Yankee tahvilleri'ni anlatıyor. Gülüşüyoruz.)

Hocamız " Artan gelirin skfjdfdbjfg..." anlatıyor, Ayşegül ; "Kitapta nerede hocaaaam, yazmıyor " der gibi hocanın yüzüne bakıp "Püf" diyor. Hocanın da çok umrundaydı...

Ders bitiyor, sınıfta bir kaçışma. "İyi akşamlar hocam" diyorum uslu bir öğrenci gibi, "İyi akşamlar" demesini bile beklemeden kaçıp uzaklaşıyorum.

SAÇMALAMA SANATI....

Adı S.E (24). Kendisiyle çok güzel anılarımız oldu bizim. İkimiz de saçmalama şampiyonluğunda iddialıydık ama o benden hep bir adım önde olurdu..:) Üstad anlayacağınız.

Canım S.E( 24) demek de çok zor, kod adı kırmızı papuç olsun :).Benim kırmızı papuçcuğum İzmir'de, okuduğu bölüm gereği staj yapıyor.Onun yokluğunu hissediyorum her zaman. Bugün telefonda konuşurken duygularımızın karşılıklı olduğunu öğrendim.

Saçmalamak öyle basit bir iş değil, hafife almayın. Bir kere saçmalarken düşündürmeniz , düşündürürken kafa karıştırmanız, karıştırırken de güldürmeniz gerekiyor.Bu bir sanattır vesselam.

Benim ( bana göre sanatçı ) kırmızı papuççuum, tüm bu özellikleri üzerinde barındırabilen bir arkadaşım. Oldukça başarılı olduğu bu konu üzerinde, kendini hızla geliştirmeye de devam ediyor. Doğuştan bir yetenek onunkisi, bir yaşam felsefesi.

Küçük yaştan itibaren başlamış bu durum. 3 kardeşten en küçüğü kendileri. Bir gün büyük ablasının ailesiyle tanıştırmak için getirdiği enişte adayı, onun ilk tecrübesi olmuş. Her şey çok güzel başlamış, enişte adayı da sevilmiş ailecek. Hep birlikte artık vedalaşma merasimine sıra geldiğinde bizimkisi çok bilmiş bakışıyla, kendinden emin bir edayla enişte beyle tokalaşırken " Hoşbulduk" demiş. Herkes sessiz, herkes şokta..Bizimkinde Kemal Sunal gülüşü..

Bir kere buna benzer bir şey yaşamıştım ben de. Annemin sağır ve dilsiz bir halası var, birbirimizi çok severiz. Bir gün beni uzaktan gördü, gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Yanıma geldi ve birbirimize sımsıkı sarıldık, ben "  Nasılsın hala?" dedim.. Sessizlik...Yanımızda kimse yoktu, bende bir Kemal Sunal gülüşü...

Saçmalamak bir sanat, biz de onun sanatçılarıyız arkadaş. Devlet sanatçılarına sahip çıksın :P :) :D

4 Mart 2013 Pazartesi

SESSZİLİĞİ DİNLE, NE DUYUYORSUN?



Ve sonsuz sessizlikteki tek ses O'nun sesi olacak !

"Aşk en güzel bahanesidir şiirin"

"İnecek var kaptann !".  Anca inebildim. Yorucu bir günden, yumuşacık yatağıma anca konabildim. Etkilendim sanırım bu filmden (Kelebeğin Rüyası ), edebiyat biraz daha farklı görünüyor şimdi.  Hakkını yemeyeyim ne de güzel oynamışlar , anlatmışlar ve ben ne de güzel anlamışım.:).

'İlham' var ya hani, benim tanımadığım , ama çoğu zaman yazmak için beklediğim. Neye benzer tarif edemediğim şey. İşte o' ilham' ı oynatmışlar filmde, ben de hayranlıkla izledim. Bir söz var dilimin ucunda, o filmden aklımda kalan ; " Aşk en güzel bahanesidir şiirin ."
Şair öyle demiş ama filmde daha çok keder, acı, kavuşamama, hastalık, ölümden bahsetmiş. Yani dediği gibi aşkı bahane etmiş şiir yazmak için, aşk hep arka planda.

Velhasıl farklı bir film olmuş, kelebeğin rüyası, ama beklediğim kadar farklı değil. En azından rüya gören bir kelebek yok ortada. Sadece aklı karışan bir insan var. Gitmek isteyen olur belki diye biraz bilgi vermek istedim sadece...

3 Mart 2013 Pazar

Gizli Yetimler..

Çok çok önceden 'Gizli Yetimler ' diye bir yazı yazmıştım. Geçenlerde onu buldum , okudum ve çok güldüm. Hoşuma gitti benim, belki sizin de gider.

Beni dünyaya getiren o leyleği bir yakalarsam var ya...
Önce kanatlarını tek tek yolacağım,
Sonra da binip sırtına:" Hadi uç bakalım şimdi uçabiliyor musun?" deyip çayımı yavaş yavaş yudumlayacağım.
"Nereden geldim ben?" diyeceğim.
"Hangi fabrikada üretildim de benim hatalı üretim olduğumu fark edemediler?"
"Benim gitmemi istediğiniz aileyi kim seçti benim adıma?"
   

  Tüm bu yazdıklarım benim 1. sınıfa kadarki düşüncelerim, sorularım, nefretimdi. Neden bilmiyorum ama arkadaşlarımla her kavga edişimde, annem bana çikolata almadığı zamanlar ben hep leyleklere kızardım. Çünkü annem leyleklerin getirdiğine inandırmıştı beni, ya da ben buna inanmak istemiştim.
  

 Büyüdükçe beni leyleklerin getirdiğine olan inancım azalmaya başlamıştı.Ve benim yaratıcı annemin bana "Biz seni denizde , bir sepetin içinde uyurken bulduk. Çok güzel uyuyordun. Dedik ki biz bu bebeği alalım, ilerideki çocuklarımızın ablası olur." deyişini unutmayacağım. Ben buna inanmak istedim, inandım. Çünkü diğer arkadaşlarıma bunu söylediğimde aldığım tepki şuydu :" Kızım seninki yine iyi. Annem beni çingenelerden almış.". Bir diğeri :" Beni cami de bulmuşlar", diğeri:"Ağaçtan düşmüşüm..." vs..
 

 Sanırım o zamanlardaki anneler birliği toplantılarında (Günler) bu karar alınmıştı; böylece bizim psikolojimizin bozulmayacağı düşünülmüştü. Ama farkında olmadan yetimmiş gibi büyüyen, büyütülen nesiliz biz. Ya da benim her zaman söylediğim gibi:" Gizli yetimleriz".

Ah anneler!
Şimdiki çocuklara söyleyin bakalım sıkıyosa seni leylekler getirdi diye !.

Sizce inanırlar mı? Bırak inanmayı bavulunu toplayıp gitmeye kalkar veletler.

2 Mart 2013 Cumartesi

BÜYÜMEYEN KÜÇÜK KIZ

Büyümeyen küçük bir kız mı sandın kendini?. Bak ellerine, artık minik ellerin de yok. Boyuna bak, anneni çoktaan geçmişsin. Dünyan aynı olabilir, ama sen aynı değilsin. O çok sevdiğin ayakkabılarını bir giy bakalım oluyor mu? Ya da o kimselere vermeye kıyamadığın etekleri, kazakları bir dene.

Hayallerin bile büyüdü senin. En son ne zaman şeker hayali kurdun? En son kimden izin istedin geç yatmak  için ? Büyümeyen küçük bir kız mı sandın  kendini? Sen büyüdün, sen büyüdün..

Hiç aynaya baktın mı sen? Sormam hata tabiki baktın, defalarca.. Hala o tozlu minik yüzü mü görüyorsun aynada? En son ne zaman çıktın dışarı makyaj yamadan, pijamalarınla ?  Ya da hala 'sokakta oynamalık' kıyafet ayırıyor musun gar dolabın bir köşesine?

Öyle çizgi film izleyerek bütün gün ben büyümedim ayaklarına yatamazsın. Bir kere sen 'aşk'ı yaşıyorsun daha ne büyümemesi!

Annene sor bakalım sen büyümüş müsün? Muhtemelen ' Sen benim gözümde hala bebeksin' diyecek, sen daha iyi anlayacaksın büyüdüğünü. Ama zaten sen de biliyorsun cevabı, o zaman neden?

DEDEM, KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ, DUDULİ VE BEN

Herkes 'Kırmızı Başlıklı Kız' hikayesini bilir. Hani şu kurdun yediği minik kız var ya, evet evet o saf kızcağız. İşte ben o kızcağızı ilk dinlediğimde minik bir şeydim ama hayal meyal hatırlıyorum dedemin anlattığı o masalları. Zaten dedem 2 masal bilirdi, biri kırmızı başlıklı kız diğeri de "duduli" diye kendi uydurduğu bir masaldı.

Kafası güzel ise dedemin o gün, yatmadan önce duduliyi anlatırdı, eğer o gün demlenmediyse kırmızı başlıklı kız. Şimdi size dedemden dinlediğim o kırmızı başlıklı kız hikayesini anlatacağım, hem de dedemin anlattığı gibi.

Kırmızı başlıklı kız varmış uzun uzun yıllar önce. Bu kıza kırmızı başlıklı kız derlermiş, çünkü onun da kırmızı bir şapkası varmış seninkisi gibi. Hani pazardan almıştık ya (Çok ağlamıştım o şapka için, hatta o şapkayla yatardım ben), o da senden görmüş aynısını almış ona kırmızı başlıklı kız demişler. Bu kız bir gün babaannesine bir sepet ekmek götürüyormuş fırından sıcacık almış, yolda aç bir kurt görmüş. Kurt bu kıza demiş ki; ' Senin ekmeklerin ne kadar da büyük. O ekmekleri bana ver ben çok aç bir kurdum. Hem seni yerim, hem babaanneni. '.Kız ekmekleri kurda vermiş ve kaçmaya başlamış, kaçmış kaçmış kaçmış. Büyük bir ev görmüş, hemen o korkuyla eve girmiş. Evde kel bir oğlanla, bir de yaşlı anası yaşarmış. Kız her şeyi onlara anlatmış.

Keloğlan avcıymış, hemen silahını alıp kurdu aramaya başlamış. Onu ormanda ekmekleri yerken görmüş, kurt keloğlanı tanımış kaçmaya başlamış. Keloğlan ondan daha güçlüymüş onu yakalamış ve karnını yarmış. Yediği ekmekleri çıkarmış karnından kırmızı başlıklı kıza götürmüş. Kırmızı başlıklı kız ekmekleri sepete koymuş, babaannesine götürmüş. Onlar ermiş muradına , biz çıkalım kerevetine. " Ama dede, o tükürüklü ekmek olmaz mı?" diye sorardım her zaman. O da bana hep; " Kızım ekmekler poşetliymiş. Salak kurt çıkarmamış ki poşetten. Fırından alır gibi çıkarmış karnından oh sıcacık ekmek" derdi sonra da kahkaha atardı, ben de kurdun salaklığına güldüğünü sanırdım.

Hele bir de duduli vardı ki, bayılırdım o hikayeye.
"Bir varmış bir yokmuş, bir Duduli varmış. Duduli bir gün yolda yürüyormuş. Belediyenin açtığı bir çukura düşmüş ve ölmüş" derdi uyuyakalırdı, ya da "... kafasına saksı düşmüş ölmüş." derdi vs. Duduli hep ölürdü. Ama ben en çok onu severdim.Çünkü her seferinde farklı şekilde ölüyordu, hep aynı hikaye değildi yani :).

Ben ilk okulda öğrendim kırmızı başlıklı kızın gerçek hikayesini , dedemin anlattığından iyi değildi. Ya da kimse bana dedem gibi anlatmadı gerçek hikayeyi. Hele duduliyi sınıf  arkadaşlarıma anlattığımda onların bilmemesine ne kadar da çok şaşırmıştım. Bence Duduli, türk edebiyatının kazanamadığı bir masal kahramanı ..:)

1 Mart 2013 Cuma

KIYAMET GÜNÜ TUTULAN DİLEK..

Bir yıldız kayar, bir dilek tutulur. Aynı yıldızın binlerce dileği vardır oysa, bir küçük yıldız hangi birini gerçekleştirsin.

Yıldız oturur, en masum, en güzel dileği seçer aralarından ve der ki; "Ben, bu dilek uğruna kaydım sen kabul eyle yarabbi".

Hepimiz biliyoruz ki böyle bir muhabbet yok sayın arkadaşlarım. Madem ki her birimiz bunun farkındayız, neden dilek tutuyoruz arkadaş? Hele şu doğa olayının romantik bir objeye dönüşmesi yok mu, o beni sinir ediyor. Benim sevgilimin romantik olması için, ille de bir meteorun ozon tabakamıza çarpıp parçalanması mı gerekiyor? Bir kere kayan yıldız değil ki, neden yıldız kayması diyoruz biz buna? Gördüğümüz gök taşlarının yer değiştirmesidir. Biz o kadar tembel ve bir o kadar da iyi niyetli olduğumuzdan, dileklerimiz kabul olsun diye 2 rekat namaz kılmak yerine, yıldız kaymasını bekliyoruz işte huyumuz kurusun. Madem buna inanıyoruz, Allah kabul etsin diyelim, yargılamak bana düşmez. Ben sadece şuna değinmek istemiştim; biz bunları yaparken, dileklerimizin kabul olup olmayacağını nasıl anlarız. Bunu pratik örneklerle size anlatmaya çalışacağım.

Dilek balonu örneğiyle başlamak ve bitirmek istiyorum. Hepimiz dilek balonlarını biliriz. Gökyüzüne ateşleyip saldığımız dilek balonu yere düşmez, ağaca takılmaz, sönmesse hep ilerlerse dileğimizin kabul olacağına inanırız değil mi? Yıldızlar da öyledir işte, kayan yıldız YERE DÜŞMEZSE kabul olur ;). Öyleyse size kabul olmayan dileklerden kısa örnekler vereyim;
1. Rusya'ya 'Kayan Yıldız '..

2. Ordu'ya 'Kayan Yıldız'...
3. Her yere 'Yıldız Kaydı'...(Newyork)
Peki ya bu yıldız bir gün hepimize kayarsa ne olur?
Demem o ki arkadaşcıklarım tuttuğunuz dileklere dikkat edin, Ya kayarsa.. Allah muhafaza.. Artık kıyamet günü kim bilir kim dilek tutacaksa, daha tutmadan kayacak yıldız Dünya'ya ha çarptı çarpacak bekliyoruz.

Dikkat et tuttuğun dilek, kıyameti getirmesin..