BUYRUN..

HOŞ GELDİNİZ :) ARKANIZA YASLANIN VE TADINI ÇIKARIN..

28 Şubat 2013 Perşembe

AŞK ESSİN, AŞK OLSUN..

Aşk gökte süzülüyordu, gülümsüyordu, mutluydu. Hava açıktı, Güneş yüzünü saklamıyordu bu gün, açmıştı buluttan perdelerini el sallıyordu dağlara, denizlere.

Meltem esti aşkın üzerine, saçlarını savurdu, kokusunu aldı , dağıttı peşi sıra; önce toprakta bıraktı, sonra gülde en son bülbülde.

Toprak çekerken aşkın kokusunu içine; bir yaprak düşürdü dalından ağaç. Bir meltem esti yaprağa, gök yüzünde toprak ona sarılana kadar süzüldü, süzüldü süzüldü.

Aşk esti , yaprak süzüldü .Buna ne gökyüzü dayanabildi ne de toprak. Aşk sardı onları, o günden beri birbirlerine bakar dururlar ve o günden beri gökyüzü her ağladığında toprak gözyaşlarını siler, gökyüzü her güldüğünde toprak çiçek açar.

Gül saklamak istedi aşkın kokusunu ama tutamadı küçücük bedeninde. Oysa ne de yakışmıştı o koku güle, mutluluk kokusuydu bu, sevgili kokusu. .

Aşk esti, gül kokusu ,misk kokusu oldu. Aşk esti, gül kokusu sevda kokusu oldu ve aşk esti bülbül güle yandı, tutuştu.

 Olacak o ya ; bülbül gülü sevdi, ateş suyu. Dünya Ay'ı sevdi, Bulut dağı..Ve Allah öyle istedi Adem Havva'yı sevdi. Aşk esti, aşk oldu.

ANNELER VE İNEK SEVGİSİ...

"İneeeekkkk.. Gel kızım, gel annem. Bak sana ne aldım.. Aç bakalım beğenecek misin, aaa eveeettt kitapp.. Hem de çözümlü test kitabı." inek minicik ellerine aldığı, kendi kilosundaki kitaba bakar ve; "Anne, ben daha anaokuluna yeni başladım" , anne de hemen lafı ağzının ortasına yapıştrır; " Bu boyamalı test kitabı.Ayşe teyzen gillerin oğluna da almışlar zamanında, bak şimdi doktor oldu. Senin neyin eksik? Bak Fatma'nın kızı seni geçmiş diyolar, nasıl da havalı yürüyo o anası, benim neyim eksik? Ben kızımı doktor, mühendis, avukat ne varsa onlardan yapcam.".

Bu konuşma günümüz annelerinin rekabetten anladığı ne varsa onun ta kendisidir.

Daha anaokulunda başlıyor annelerin yarışı,( her şey yarış onlara göre); her gün bir anne çocuklara börek yapacak vs. minikler onları öğlen yiyecek.

Kim yaptıysa o gün böreği, hele  diğer çocuklar da beğendiyse; diğer analar bir hırsla daha güzelini yapmaya çalışacak ertesi gün. Ben suşi yapanı biliyorum yerli malı haftasında...:(

Çok anne var, çocuğu ödev yapmayınca sınıfta zor durumda kalmasın diye çocuğunun ödevini yapan. ( Ya da Ayşe hanım giller altın gününün  ortasında ' sizin çocuk da geçen gün ödev yapmamış, hocası kızmış. Bizim oğlan dedi.' gibi küçük , bayat laftarına maruz kalmamak için.)

Ah o sınavlaaarr... YGS, ÖSS, LYS, KPSS... Ben öss zamanımda (şimdi ygs olmuş), annemde ergenlikte çıkan sivilcelerden çıktığına tanık oldum. O stres, heyecan bende bile yoktu. Bunu ona söylediğimde ; " Anne olunca anlarsın." dedi sitemle o kadar.  Anneler yarışıyor anlayacağınız. Biz hangi okula gidersek gidelim, hangi sınıfta olursak olalım farkında olmadan onlar da bizimle okudular. Aslında " Her başarılı bireyin arkasındaki, başarılı kadın" sözüne hitaben, arkamızdaki başarılı kadın olmaya çalıştılar ve başardılar.

Ben de o kadınlara çam sakızı çoban armağanı birer diploma vermek istiyorum.Okul zamanına bizden çok  daha iyi motive oldukları, her gün ödevlerimizi düzenli yaptıkları, hiç bıkmadan usanmadan parasının son kuruşuna kadar bize test kitebı alıp, çözmesek de kitaplığa koydukları için , tüm annelere dünyadaki tüm çocuklar adına teşekkürü bir borç bilirim. Biz çocuklar olarak elinizde olsa bu sınavlara bizim yerimize girebileceğinizin, ve bu konuda iddalı olduğunuzun farkındayız. Bu nedenle ben , her birinizi göstermiş olduğunuz üstün başarılardan dolayı en çalışkan öğrenci ilan ediyorum. Vatana ve millete hayırlı, uğurlu olsun..:D


25 Şubat 2013 Pazartesi

NİL-RÜZGAR..

Vallahi yakışıklı olmuş ne diyeyeim.?!?!?

BAK BEYİM, SANA İKİ ÇİFT LAFIM VAR !.

"Bir kadına koca lazım Melek Hanım, kocaaa" diyor kadının biri, bizim melek hanım da : "Sus ayol. Bağırma koca koca diye" deyip lafı kadının ağzına tıkıyor. Vallahi ben olsam çok daha ağır konuşurdum. "Sanane be elin dul kadınından" deyip saçlarını tel tel yolardım ya, neyse.

Ah anacığımm, gittikçe sana benziyorum. Armut dibine düşer derler ya, hık demişsin ben de hem burnundan , hem de dibine düşmüşüm. Gerçi film izlerken yorumlamak konusunda henüz senin kadar uzmanlaşmadım. Sana prof. desek, bana da öğretim görevlisi filan diyebiliriz.:)

Bir çok film izledik annemle. Seviyorum onunla birlikte film izlemeyi, filmden çok onu izliyorum.Hala çocuk gibi,her filmi ilk defa izliyormuş gibi heyecanlı, komik.:)

Annemden öğrendiğim kadarıyla, film izlerken; sessizce izleyip, gerektiğinde yüksek sesle kahkaha atıp, gerektiğinde hüngür hüngür ağlayacaksın. Eğer aşk konulu bir film izliyorsak, esas kızın esas oğlana yaptığı aşık, imalı gülüşü annemin yüzünde de görebilirsiniz. :). Eğer korku filmi izliyorsak, o korkuyu hem kendisi yaşar, hem de bize yaşatır.(Ne oradan bir şey mi geçti? Geçti geçti ben gördüm. Yiğit, gidip bakıver oğlum. Yiğit dur gitme, ya da git git. Gitme , git git..) Uzun lafın kısası, onunla izlediğim filmler daha da bir güzel. Ama bazı filmler var ki, annemin yanında olmasam da, annem yanımdaymış gibi hissettiriyor bana.Neşeli günler, Şekerpare, Tosun Paşa, Hababam Sınıfı, Sultan, Davaro, Şabaniye vs..

 "Bizim aile" filmini izlemeyen yoktur aranızda, izlemeyen varsa da muhakkak izlesin. O filmdeki repliklere herkes gibi ben de bayılıyorum
.
 Hele o unutulmaz bir sahne var ki; Yaşar Usta !

  • Yaşar Usta - Saim Beyi görecektim.
  • Sekreter - Randevunuz var mı?
  • Yaşar Usta - Yok. Ama Yaşar Usta derseniz beni kabul eder. Çok önemli.
  • Sekreter - Hiç sanmıyorum ama bir sorayım. (Telefonda) Saim Bey, Yaşar Usta diye biri sizinle görüşmek istiyor. Peki efendim. (Yaşar Usta'ya) Sizi bekliyorlar, buyrun.
(içeri girer)
  • Saim Bey - Söyle ne istiyorsun?
  • Yaşar Usta - Bak beyim, sana iki çift lafım var. Koskoca adamsın. Paran var, pulun var, her şeyin var. Binlerce kişi çalışıyor emrinde. Yakışır mı sana ekmekle oynamak? Yakışır mı bunca günahsızı, çoluğu çocuğu karda kışta sokağa atmak, aç bırakmak? Ama nasıl yakışmaz! Sen değil misin öz kızına bile acımayan, bir damlacık saaddeti çok gören! Anlamıyor musun beyim, bu çocuklar birbirini seviyor. Ama ben boşuna konuşuyorum. Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum. Hıh! Sen büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey! Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta! Sen benim yanımda bir hiçsin, anlıyor musun, bir hiç! Gözümde pul kadar bile değerin yok! Ama şunu iyi bil, ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın. Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz. Biz güzel bir aileyiz. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme! Dokunma çocuklarıma! Dokunma oğluma! Dokunma gelinime! Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar Usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! Anlıyor musun? Vururum ve dönüp arkama bakmam bile!
(çıkar)
Büyük adam şu Yaşar Usta. :).


20 Şubat 2013 Çarşamba

KUSMUK KOKULU ŞEY.



Sinirimden çatlamak, patlamak hatta kusmak üzereyim. Geri zekalı çalıştığım X yerinin geri zekalı X kişisi. Ah ah, paranın gözü kör olsun.! Her şeyden nefret edesim var, her şeyden elimi eteğimi çekesim var. Hemen yeni bir iş bulmalıyım.

19 Şubat 2013 Salı

DÜNYALI YUMURTALAR BİR GÜN BÜYÜYECEK..

Biz daha minicik yumurtayken , dünya çoktaaaan oluşmuştu, bizden önceki yumurtalar çoktaaaan göç etmişti bile. Yaşlı Dünya her geçen gün, yeni torunlar büyüttü, besledi, ama artık yetmedi, yettiremedi.

Arkasından konuşmak değil bizimkisi, yüzüne yüzüne vurduk Dünya'nın; hırsızlık, arsızlık, kıyamet... Hatta çevre kirliliği denen makasla bir güzel delikler açtık Dünya'nın  eşsiz, benzersiz elbisesine. Bu da yetmedi ; Ne bir bitki örtüsü bıraktık Dünya'nın mahremini kapatacak, ne de bir damla su. Dünya her gün ağlarken tıkadık kulaklarımızı, duymadık, duyanları da azarladık.

Düşman olduk birbirimize, sebepsiz yere kan döndük. Minicik yumurtaları doğmadan kırdık. Paylaşamadık ki Dünya'nın malını. O bizden esirgemedi, biz birbirimizden esirgedik. Bizim olmayanın hesabını tuttuk.

Büyük bir evin odaları gibi ayırdık sınırlarımızı, yan odadan ses gelince hemen şikayet ettik. Hatta aynı odada kalan kardeşim bile kardeşliği yetmedi bize, ne o memnun, ne de biz.  Bencil miydik? Ta kendisi, biz bencilin önde gideniydik. Yüzsüzlüğümüze doymayalım ki biz, bir fırsatını bulsak güneş de neymiş deyip yörüngeden de çıkıp gideceğiz.

Ya Dünya bize öğretemedi kötü gün dostu olmayı ya da biz öğrenemedik. Tok her zaman tok, aç her zaman açtı. Evsize ev açan hiç olmadı ;ama çok lüks evi olan her zaman en iyi arkadaşımız oldu. Parası olmayana sümüğümüzü bile atmadık, parası olanın gerekirse bokunu yaladık.

Vesselam biz yumurtayken hayata atıldık, kırılmaktan korkmadan. Keşke yine o kadar cesur olabilsek, kırılmaktan korkmasak. Korkunun ecele faydası da yok hani, bunu da öğrendik zamanla.

Zamanla demişken, zaman çok değişti, hiç durmadan,bıkmadan. Evler değişti, arabalar değişti, kılık kıyafet, eğitim düzeyi, ekonomi, ülkeler... her şey çok değişti. Değişmeyen yalnızca biz insanlar olduk. Adalet istedik, uymadık. Cumhuriyet dedik, politika dedik , halimiz içler acısı. " Sana mı düştü yargılamak ?" diyeceksin belki bunu okurken, susacağım bende. Neyse ki dünyanın en iyi öğrettiği şey bu, "susmak".

18 Şubat 2013 Pazartesi

FİL KULAKLI KELEBEK İLE, KELEBEK ÖMÜRLÜ FİL

Düşünen yaratıklarız biz, düşünüyoruz. Bazen saçma, bazen gerektiği gibi. Ben  saçma düşünen , bu şekilde mutlu olan, çoğu zaman da bu duruma gülen bir insanım. Zor olan her şey güzeldir bana göre, imkansıza bayılırım. Çoğu zaman da imkansız hayaller kurarım.

Yalnız bir tırtıl yaşamış sen doğmadan önce. Hayat ona ne gösterirse, o da kurallarına eksiksiz uyarmış. Başına ne gelirse gelsin şikayet etmez, sessiz hayatta, sessiz sessiz yaşarmış. Bir gün hayat ve zaman ona koza örmesini emretmiş, o da sessizce boyun eğmiş. Doğa ana, ona yapması gerekeni öğretmiş; iki ters, bir düz, iki ters bir düz..Her şey olması gerektiği gibi olmuş, her şey yapılması gerektiği gibi yapılmış.

Zaman tırtıla vaktin geldiğini haber vermiş, tırtıl ördüğü kozadan sıyrılmış. Herkes şaşkın, herkes sessiz..Beklenen ile gelen arasındaki farkı görmemek imkansız. "Neye dönüştün sen ey tırtıl?" demiş doğa ana. Tırtıl sessiz, tırtıl üzgün. Güzel tırtıl kelebeğe dönüşmesi gerekirken, kanatları olmayan, kocaman fil kulağına benzer bir kulağa sahip, şeffaf renkli canlı bir varlık oluvermiş.

Seneler seneleri kovalamış, bizim kelebek onları yakalamış, Tam 100 senedir her gün ölmeyi beklemiş,  Ama hayat, zaman ve doğa ana onun ölmesine izin vermemiş. Bir çok hayata tanık olmuş, bir çok doğuşa. Her kozadan kendisine benzer bir canlı çıkmasını beklemiş. Ve bir gün....

Tüm canlılar bir kozanın önünde, fısır fısır konuşurken, doğa ananın sesini duymuş kelebek "Neye dönüştün sen ey tırtıl?".Bu soruyu hatırlıyordu. Bir hışımla yarmış kalabalığı, o gövdesinden büyük kulaklarıyla uçmayı öğretmişti zaman. Birden bire durdu, şaşırmıştı. Hiç bu kadar güzel bir canlı görmemişti ömrü boyunca.

Bir kelebek büyüklüğünde fil gördü, tıpkı bir kelebek gibi renkli ve güzel. Kanatları yoktu onun da ama;o kadar güzeldi ki bunu bir tek bizim kelebek fark etti.

Kalabalık dağıldıktan sonra kelebek file yaklaştı, öylece uzun uzun baktı. Minik yavru fil ne olup bittiğinden habersiz, boncuk boncuk baktı ve gülümsedi.  " Uçabiliyor musun?" dedi fil, kelebek "Evet" diyebildi titrek bir sesle. Fil başını yere eğdi, yaşlı gözlerini hortumuyla sildi. Kelebek, " İstersen birlikte uçabiliriz" dedi ve cevabını beklemeden sırtına aldığı gibi fili uçmaya başladılar. Uçtular, uçtular, uçtular..

O kadar mutluydu ki kelebek fille 1000 yıl daha böyle geçirebilirdi. Artık canı sıkılmayacaktı, artık o da mutlu olacaktı.Ama..

Bir günlük fil ömrü, bin yıllık kelebek ömrüne ömür katıp giderken, bizim kelebek tekrar beklemeye başladı; "Sıra kelebek kanatlı filde.."

15 Şubat 2013 Cuma

YARAM İÇERDE...

Sevgili günlük, haftalık, saatlik, saniyelik ne varsa yazacağım şimdi. Bu günün diğer günlerden farkı, bu günün kesinlikle sevgililer günü olması değil. Valla bak. Ne derseniz deyin bu gün bizim şanslı günümüz.:)

Her şey bir alarm sesiyle başladı, uyandım işe gittim geldim. Güzel bir kahvaltı ettim yol, hayat, dert, tasa, , dram , romantik komedi sevgilimle, sonra tekrar güne devam .

Akşam üzeri tekrar buluştuğumuzda, benim gizemli aşkım bir şeylerden bahsedecek, dilindeki baklayı ha çıkardı çıkaracak derken; bir polis arabası gördük ve kulağıma aynen şunu fısıldadı : " Eyvah. Çaktırma polisleri geçtikten sonra anlatacağım"( gizemli bir ses tonuyla). Hızlı adımlarla önlerinden geçtik, arkamızdan geliyorlar mı diye kontrol ettik. Her şey normal görünüyordu, biz hariç. Göz göze geldik, elini cebine attı ve cebinden 100 lira çıkardı , gözlerindeki zafer işaretini görmemek körlük olurdu sanırım.

100 liranın hikayesi şu; WANTED evresinden FOUND evresine sıçrayıp, meşhur olmak için cepten kaçan gıcırdan, tazecik, gencecik, el değmemiş; değememiş bir kağıt parçası. Sevgilimin de savunduğu "Almasaydım, başkası alacaktı"  felsefesi eşliğinde hayatımıza girdi vesselam. Tabi bir de "Ağlayanın malı gülene yar olmaz" var ama.. Allam bizim düşürdüklerimize say yarabbim.

Sinemaya geldiğimizde " Hükümet Kadın" filmine bilet kalmadığı için " Romantik komedi 2" ye bilet aldık.Afişlerdeki saati beklemeye başladık 20.00. Yürüdük , yürüdük daha da yürüdük.. Saat 19.53 te sinema salonuna girdik, film başlamış. Oradaki görevliye filmin erken mi başladığını sorduk, "Yeni sayılır" cevabını aldıktan sonra oturduk.(C sırası 12-13 numaralar).
Onlar güldü, biz sustuk, onlar güldü biz sustuk, bir ara kıkırdadık yalan söylemeyeyim. Sonra film yönetmeni, yazılar, film müziği, ışıklar açıldı, film bitti.

Birbirimize baktık moron gibi, o da ben de anlamsızca. Sonra kalktık tıpış tıpış sinema salonundan (gireli yarım saat bile olmadan), arkamıza baka baka çıktık. Zavallı biz ve bilet ilk defa göz göze geldik," 18.45".

"Gülerim ağlanacak halime" diye bir söz var ya, duygularımı anlatabildiğim tek söz. Öyle bir güldüm ki, öyle bir güldüm ki , dedim ya bu gün bizim şanslı günümüz :).

Böylelikle bir sevgililer gününün daha sonuna geldik. Hiç bir hediye yerini tutmaz güzel sözlerin, kaçamak bakışların , kıssadan hisse yine öyle oldu  bizimkisi.

13 Şubat 2013 Çarşamba

YÜRÜYEN MERDİVENLERDEKİ ÇOCUKLUĞUMA EL SALLARKEN BEN..

La la lalalalaaaa, laaa la lallallaaa..Ne de güzel söylüyordu şirin baba ve orkestrası bu şarkıyı.:). E ne de olsa baba olmak bunu gerektirmiyor mu? Düşünün bir Orhan Baba, Ferdi Baba, Müslüm Baba bir de Şirin Baba.. Bunlardan başka baba var mı? Yok.

Ah bu şirinleri görmek için hangi çocuk uslu durmadı ki..Ben hele neler yapmadım; her gün ekmek almaya ben gittim, temizliğe yardım ettim, dersime düzenli olarak çalıştım, Öğretmenimi sevdim, arkadaşlarımı sevdim vs.. 3 gün sürdü. Baktım ki bu şirinler bana görünmüyor. Anlam veremiyordum , neyi eksik yapıyordum?. Uslu bir çocuk olmuştum oysa.

Ormana pikniğe gittiğimiz zamanlar herkes ızgara köfte, tavuk , balık ,salata yerken, ben alelacele yeyip mantardan ev aramaya çıkardım. En sonunda pes ettim.

Eve geldik. Usluluğumun 4.  ya da 5. günüydü. artık eziyete dönmüştü bu durum. Uslu durmak istemiyordum, cam , pencere, tabak, çanak kırmak ne de güzel olurdu. Ama şirinleri de görmek istiyordum , uslu durmalıydım. O da ne.. Aklıma bir anda şu soru takıldı; "Gargamel onları nasıl görüyor?" 

Köyünü bulamıyordu onların , ama yine de onları tek gören o değil miydi? Sonra seneler geçtikçe şirinlerden nefret ettim.

Sonraki seneler Heidi ve şeker kız Candy favorilerimdi, çünkü onları görebilmem için uslu olma şartı içermiyordu. Hala bile internetten izlerim. Demode olmayan hikayeleri var onların . Örneğin Heidi'nin dedesi ona ekmek pişirirdi,  bir bardak da süt koyardı önüne (keçi sütü), sıcacık şöminenin önünde masada oturur yerlerdi. Küçükken o kadar çok gözüm kalırdı ki o ekmeğe, o süte anlatamam. Geçen yine izliyordum, yine gözüm kaldı :). Şeker kız Candy'de o Antoni'ye mi aşık olmadı, Tery'ye mi  aşık olmadım..En son bir kaç ay önce tekrar izliyordum, Tery diye iç geçirdiğimi cümle alem duydu :).Demem o ki, 7 sinde ne isen 23 ünde de osun, 77 i bilemem daha görmedim .

Bazen düşünmüyor da değilim , şeker kız Candy, şu zamanda Türkiye'de yaşasa ne olurdu diye.. Ama cevap belli. 
İyi ki yaşamıyor,  zavallı kızcağız çok iyi niyetli buralar ona göre değil hafız. Hey horoz kendi çöplüğünde ötermiş. Acaba Heidi ile dedesi ne alemde olurdu?

:):):)... Ay ben çok güldüm, Allah gülmekten ayırmasın bizi işşallahh, Amiiiiiiiinnnnnn...

ALO SEVGİLİLER GÜNÜ HATTI..

1- Romantik bir yürüyüş sonrasında, muhtemelen yıllanmış sevginize hitaben hedef seçtiğiniz ağaca , isimlerinizin baş harflerini kazıyın.
2- Bütçenizi sarsmak istemeyiz, ama kadınlar tek taş yüzüklerden hoşlanır.
3-Güzel , baş başa yenmiş bir yemekten sonra, deniz manzarası eşliğinde hayal kurmak her ikinizi de mutlu edecektir.
4- En güzel hediye, karşılıkla birbirinize saygı ve sevgi göstermenizdir. 
5-İlk tanıştığınız günden bahsedin, duygusal anlar yaşayabilirsiniz..

6-Gelecekle ilgili hayal kurun..
Tüm bunlar iki sevgili arasında geçebilecek güzel anlar muhtemelen. Herkesin sevgililer günü kutlu olsun şimdiden.:).

11 Şubat 2013 Pazartesi

CAMDAN BAKAN ARAP KIZI SEN MİSİN?

Yağmur yağıyooorr.. Seller akıyoorrr. A-rap-kı-zı camdan bakıyooorr.:). Her yağmurlu günde sen de söyledin arkadaşlarınla bu türküyü.. ahey ahey :D. Şaka bir yana aramızda kalsın ben her yağmur yağdığında bu tekerlemeyi içimden yine söylüyorum :). Ama kim bu arap kızı?

Bir hayal kurdum ben de bugün. Arap kızı oldum , hani şu camdan bakan. Aman allahım o ne manzaraydı öyle. Öyle bir yağmur yağıyordu ki akıllara zarar. Başa düşse baş yarılır. O kadar çok şaşırmıştım ki, dışarıdan bana bakan yüzleri farkedemedim. Onlar da şaşkınlıkla bana bakıyorlardı. Anlamadım; bu insanlar neden bana bakıyorlardı. Yoksa yüzümde bir şey mi var dedim, aynaya koştum. Hiç bir şey yoktu. Tekrar pencereye çıkıp yağmur tanelerini izlemeye başladım, çok ilginç yağıyordu. Önce damla damla, sakince yağıyordu, ansızın bir rüzgar çıkıyordu dağıtıyordu onları.

İki sevgili gördüm ilerde, oğlanın elinde şemsiye vardı, kız ıslanıyordu. Bir şeyler konuşuyorlardı ama duyamıyordum. Merak ediyordum , ağızlarını okumaya çalışıyordum. Onlara bakmaya çalışırken başka biriyle göz göze geldim. Neden yüzüme bakıyordu bu adam diye düşünürken penceremin altında biriken kalabalığı fark ettim. Hepsi benim olduğum tarafa bakıyorlardı.

Israrla o tarafı görmemek için kafamı gök yüzüne çevirdim. Gözlerime inanamadım. Gök yüzünde gökkuşağı var. Şaşırtıcı olan başlangıç tarafı mı bitiş tarafı mı emin olamadığım bir kısmı bizim evde. Tam başımın üzerinden eve giriyormuş gibi görünüyor.Ama odaya baktığımda gökkuşağı filan yok.

Bu olaydan bir kaç gün sonra komşular dedikodu yapmaya başlamışlar;"Gökkuşağı evden çıkıyormuş.", "Arap kız gök kuşağı yapıyormuş", " Gök kuşağı yağmurdan değil de arap kız camdan baktığı için çıkmış" a kadar gelmiş dedikodular.

Bu dedikodu nesilden nesile, gele gele " yağmur yağıyorrr, seller akıyorrrr, a-rap-kı-zı camdan bakıyoorrr..." gibi saçma sapan gelmiş, hoş gelmiş:)

GEÇMİŞ ŞİMDİYLE YÜZLEŞİRSE...

Çok büyük hayaller kurmadım ben. Yürümeyi öğrenmeden koşmayayım, düşerim hesabı benimki. Hayatta en çok canımın yanmasından korktum. O zaman bile büyük acıları kuramadım beynimde; ya düşersem acısı, ya kanarsa acısı vs..

Az ile yetinmeyi öğrendim bu yaşıma kadar, çoku hiiçç görmedim. Yolda görem tanımam yani.

Benim tanıdığım en yaşlı insan 75 yaşına kadar yaşadı. Sonrasına ömrü yetmedi, yettiremedi.Anlayacağınız hayatı hep kestirmeden yaşadılar.

Pembe panjurlu ev hiç görmedim, bizim evler hep tuğla rengi, beton rengiydi.Öyle süs köpeklerimiz de yoktu bizim, varsa bir parça ekmeğimiz karıncalarla paylaşırdık.

İtiraf edeyim tüm bu söylediklerimi yeni farkediyorum.Oysa ne ihtişamlı gelirdi bana o ev, ne de büyük, görkemliydi. Peki ne değişti? Ev mi küçüldü, hayallerim mi büyüdü?.

Çok soru sordum biliyorum. Ama son bir soru daha sormak istiyorum olmayan okurlarıma;

Biz aslında hep şimdiyi yaşarız, geçmişimiz aslında geçen şimdilerimiz değil mi?.Peki bizim için "şimdi" neden önemli değil?. Önemli olması için geçmesi mi gerekli?

Ben küçükken şimdiyi tanırdım, yaşardım. O zaman büyük köşkümde otururken (bana göre köşktü) bundan hiç de şikayetçi değildim. Şimdi aynı evi düşününce neden köşk gibi hissetmiyorum?.

10 Şubat 2013 Pazar

KÖR OLMAKTANSA, KABUS GÖRMEK...

Korkuyla uyanır güzel kız. Elleriyle yüzünü yoklar, terini siler. Etrafa bakmak ister, ama karanlıktan başka bir şey göremez.

Ağlar güzel kız , ağlar, ağlar... Hıçkırıklarla ağlar. Yan odadan annesi ağlama sesine uyanır. Şimşek gibi fırlar yataktan. Kızına seslenerek ilerler; "korkma bebeğim, annen yanında".

Annesi güzel kızın ellerini tutar, başını göğsüne gömer, sarılır sımsıkı . Kız annesinin yüzünü elleriyle yokladıktan sonra, kendini sıcacık güvenli meleğin kollarına bırakır.
"ne oldu?" der annesi. "Kabus mu gördün?". Bu soruyu sorarken , o da bir an çelişki yaşar. Kör insanlar kabus göreblir mi?."bir şey gördüm" der güzel kız. "Ne olduğunu bilmiyorum. Önce dokundum ellerimle yüzüne, sonra kokladım. Saniyeler ilerledikçe işitmeye başladım. Bir şey görüyordum. O kadar güzel yüzü vardı ki, kokusu hiçbir şeye benzemiyordu. Daha önce böyle güzel ses duymadım. Anne ben kabus mu gördüm? Anne ben takrar kabus görmek istiyorum"

BİR FİNCAN UYKUNUZ VAR MIYDI?

Kaçan uykumu arıyorum bugün de. Aslında kaçmadı, kaçırıldı.Çünkü ben biliyorum ; o beni terk etmez.

Düşünün onca sınav oldum, o zaman bile terk etmedi beni. Yani en kötü anımda, yanımda olan tek dostum canım uykucuğuumm..

Ama kaçırdılar uykumu, göz göre göre. Önce her şey normaldi, pijamamı giydim, sıcacık yatağıma girdim. Ta ki arkamı dönene kadar.

Birden nereden geldiğini anlayamadığım bir mide bulantısı, kasık ağrısı, kesilmeyen bir yanma ile sıçradım yataktan. İşte yine oluyordu, yine , yine..SİSTİT.Kadınların baş belası, 1. dereceden akraba kadar yakın, ama dışı seni içi beni yakar hesabı..:(..
Zavallı uykucuğum nasıl dayansın buna.Bir gitti, gidiş o gidiş.
Batsın bu dünya, bitsin bu rüya şarkısı eşliğinde, suyumu sek içerekten bekliyorum. Onsuz bu gecelerin tadı yok.
 Oysa ne de iyi anlaşırdık. Bir gün olsun kötü söz etmemişimdir ona. O geldiği zaman hangi işim olursa olsun yarım bırakır, onun yanına ,sıcacık koynuna girerdim. O da beni severdi bilirim.

Ah uykucuğum nerelere götürdüler seni.. Müge Anlı'ya mı çıksam napsam. Sensiz geçen her saniye saydığım koyunlarla arkadaş oldum. Onlar da seni bekliyolar. :(



"Tülay geri dön" diyen amcaya rica ediyorum uykuma da sesleniver:(



                                                                                    Ah ah. Saatler bile düşman olacak  bana sen yoksun diye:(.
Bir fincan uyku istesem yan komşudan ? Belki o zaman ...Evet evet istemeliyim..

9 Şubat 2013 Cumartesi

ON ADIMDA ON İKİ ADIM :)

Ve annesinin minik kızı evine gider- gelir.
Annesi masalını anlatmaya başlar- durur.

Masal "bir varmış, bir yokmuş"tan ibaret kalır.
Ah ah ..Gelsin mantılar, gitsin dolmalar, börekler derken, zavallı anacığımın bir suşi yapmadığı kaldı :). Benim zavallı ıssız evim bir kaç günlüğüne de olsa şenlendi durdu.

Mahallede hiç bir şey değişmemiş. Herkes aynı. Deli Pınar hariç :). Hamileymiş. Sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim.( bkz. buluttan kaybakam)

Gelir gelmez hemen kilo almışlığımı yüzüme vurmalar, zavallı hor görülmeler başladı. Ne var ayva göbeğim varsa, kime ne zararı var dedim güldüm geçtim:). Bundan sonra daha bol giyineceğim :P.

Ah ah kaybakam hanımın kaybakları.:).Valla kimsenin okumadığını bildiğim halde yazı yazmayı özledim.Hiç bir tane hayranım olmamasına rağmen hayranlarımı özledim.:).Beni çok özlediğinin farkında olmayan , henüz takipçim olmayan gelecekteki takipçilerime sesleniyorum :

Kıymetli kaybaklarım.
Beni okursanız size; sizin tuvalet ihtiyacınızı gideren bilgisayar yaptıracaaaaamm.. Sivaslı büyük üstadımızın da dediği gibi, " Niree sıçacaklarr..?"  sorununu da gidermeyi düşünüyorum..:) Daha detaylı bilgiyi " ON ADIMDA ON İKİ ADIM" adlı kitabımda bulabilirsiniz :).

Neyse :) Valla ben yazarken çok güldüm de, sizi bilemeyecem. Son sözüm : Anaazz gile selam söyleyin.:).